Zerdüşt bu, ateşgede
mukimi bir ateşperest! Hayırhah mı olur? Yol arkadaşını sahiliselamete
ulaştırmışsa olur. Kitapta yazıyor. Öyle feraset sahibi aksakal bir rehber ki
insan “Ne iyi Zerdüşt” diyor! Tabii herkesin salim sahili kendine.
Şule
Yusuf, dijital bir derginin (Akaşa Dergi) editörü. Çoğu zaman şiirleriyle ara ara yazılarıyla
her ay el emeği, göz nuru Akaşa’sını okuyucularıyla buluşturuyor. Birçok
yazı ve şiir sevdalısı, yazarlık ve şairlik adaylığının ilk hamlesini burada yaptı.
Kendisi ürettiği gibi birçok yazın sevdalısına da imkân sağlamış, kapı
açmıştır. Şimdilerde yeni bir çalışması var mı bilmiyorum fakat birkaç yıl önce
çıkan “Zerdüşt Uyandı” kitabını geçenlerde bitirdim.
Şule
Yusuf’un, şairlik yönünü Akaşa Dergi’de
yayınlanan yazılarında gördüğümüz gibi kitabında da görüyoruz. Kelimelerin
anlamlarına hakimiyeti onlarla istediği gibi oynama imkânı sunuyor. Kelimelerle
raksı, onun anlam hakimiyetini ve yeni anlamlandırmalarda cesaretini gösteriyor.
Bunun şairlikle doğrudan alakalı bir durum olduğunu düşünüyorum. Fazlalık
hiçbir ifadeye tahammülü olmayan şiir, az sözle ve söz oyunlarıyla dimağlarda
iz ve lezzet bırakır. Şairlikten yazarlığa evirilen kişilerde bu şairane
tarz düz yazıya geçer. Şule Yusuf’ta da böyle olmuş kanaatimce. Uzun bir
kalem-kağıt mesaisinden sonra kazanılabilen bu ustalık yazarın kendisi
için ayrılan biyografi bölümünde ifade edilmiş. Şöyle diyor: “Kendine
sığamadığı zamanlar hep kaleme, kâğıda sığındı.”
Belirtmeliyim
ki bu kitap bir yolculuk kitabı. Fiziki bir
yolculuktan ziyade soyut bir iç yolculuk: yalnızlık, sorgulama, arayış… nihayet
kendini bulma ve dahi kendini sevme.
“Zerdüşt
Uyandı”da atalar mirası inançların ve kültürel öğretilerin nerelere
evirildiğini görüyoruz. Bir nevi bir
zihin inkılabı gerçekleşiyor. Yazar içindeki asi ve devrimci sese Zerdüşt
diyor. Kitabın ilk bölümlerinde Zerdüşt yıkıcı bir dik kafayken zamanla
daha makul bir hale, söylemleri de daha munis bir şekle dönüşüyor. Bu değişim
şundan olabilir: Rehberlik edeceği kişinin öğretilerini çevreleyen surlar zaten
yıkılmak üzeredir. Zerdüşt’ün birkaç sert vuruşuyla bu surlar yerle yeksan oluyor.
Surları devirip onun kılavuzluğuna teşne bir hazineye ulaşan Zerdüşt hiçbir
hasar oluşturmadan kadife eldivenlerle iş görmeyi yeğliyor.
Ayrıca
makuliyet ve munislik ana fikri daha duyulası kılıyor. Bir okur olarak kendi öğretilerime duymaya hazır
olmadığım sert eleştiriler getiriyor olsaydı hakikat adına söylemiş olsa dahi
öreceğim duvarları aşmaya muktedir olamayabilirdi Zerdüşt. Öyle değil midir?
Hazır olmayan zihinlerde sert söylemler karşılık bulur mu? Yıllardır
biriktirdiklerine kaldırılan başlara direnmemek mümkün mü? Muhalif
fikirleri şık ve yumuşak bir paketle sunmak kabul edilmeyi hep hızlandırır. Bu
yönüyle Zerdüşt’ün formasyonu gayet başarılı. O; uzaklaştırmadan, ret
duvarları ördürmeden muhatabındaki reaksiyona göre aksiyon alabilen bir bilge.
Kitap, üç ana bölüme “Perde Arkası” adlı son bölümü
de ilave edersek dört bölümden oluşuyor. Bölümleri oluşturan yazılar dimağda
lezzet bırakan türden.
Giriş bölümündeki “Kara Kapkara” başarılı
bir manzum anlatı. Sanatlı söyleyişler bolca: telmih, tenasüp,
cinas, tevriye, kinaye… Yazar burada şairlik yönünü cömertçe sergiliyor.
Bu kara ne ola ki?
Cennet
taşı kara
İbrahim
Makamı’nda yatan Hacer kara
Musa’nın Sina Dağı kara
İsa’nın
haç taşı kara
Günahın
yüzü kara
Aşk kara
Sevda
kara...
Şule
Yusuf, kitabın genelinde hislerini hem
kendi ifadeleriyle aktarmış hem de onu destekleyen alıntılar yapmış: Mevlânâ,
Bukovski, Nesimi, Heidi'nin dedesi… Bu çok kıymetli zira yazarın anlatı
kabiliyeti ile birlikte iyi bir okur olduğunu da görüyoruz.
Yazar,
Fuzuli’nin şu meşhur beyitini ne güzel yorumluyor.
“Mende
Mecnun’dan füzun âşıklık istidadı var,
Âşık-ı sadık menem Mecnun’un ancak adı var”
Leyla
der ki “Mecnun Efendi âşıklığıyla nam salmıştır evet. Ama sadık olan âşık
benim. Aşk işinin zirvesiyim. Mecnun’un sadece adı var.” Okur, Şule Yusuf’tan
bu beyitte Leyla’nın Mecnun’a böyle diss attığını (!) öğreniyor.
Beylik
sözlerle dolu bir eser. Yavaş yavaş,
sindire sindire okunası cümleler çokça; bilge deyişler zihin açıyor,
düşündürüyor.
“Yürüdüğünüz yol benzerliklerine rağmen kişiye
özeldir.”
“Aynanı parlat ki sen güneş olduğunda
yansıtabilesin.
“İçindeki sesi dinle, onu ikna etmek için
değil ama!”
“Sevenin
gözünden baksaydık dünyaya hangi ümidi dalında kırardık.”
Yazıların
başlangıç ve serim bölümleri Zerdüşt’ün son bölümde vereceği mesaja altyapı
hazırlıyor. Bu anlatı
metodunu klasik Türk edebiyatının didaktik metinlerinde de görüyoruz.
Yazar örneklendiriyor, iç sorgusunu yapıyor; Zerdüşt de gelip taşı gediğine
koyuyor. Okur her bölümün sonuna doğru, şimdi Zerdüşt ne diyecek, diye merak
ediyor.
Şule Yusuf, eserin
muhtevası ve yeğlediği üslupla bazı okurlar için bir deneme kitabı, bazıları
için bir kişisel gelişim kitabı hazırlamış. Bununla birlikte eser otobiyografik
bir öykü kitabı olarak tanımlansa hiç de garip bir tanım olmaz.
Okuru bol ola, kıymeti de ziyade…