sensiz ben nereye gidiyorum
ayaklarım sana doğru
kırılgan bir kanat takılıyor yüreğime
gidiyorken hep sende kalıyorum
sensiz ben nereye
gidiyorum
kıymıklar batıyor
ayağıma
sen içime basarken
acısını beynimde
duyuyorum
tenimde çarmıh ipleri
saç diplerimden
çivileniyorum
sensiz ben nereye gidiyorum
bahçedeki nar ağacı küsüyor
erik dalı kuruyor
hani leylak dikecektik, köşeye de bir dut
sende öğrenecektim incinmeden narin bir dalda
tünemeyi
biz’in mayası tutmuyor…
sensiz ben nereye
gidiyorum
kitap kokuları
genzimize dolarken
küçük bir dünya kuralım,
deyişin aklımda
yağmur olup yağıyor
gözlerim hatırladıkça
sensiz ben nereye gidiyorum
tek seni duyumsarken bedenim
elimde elin
sokaklarda yürürken ruhumuz sevişik
fütursuzca büyürdü içimizde aşk; sarmaşık
şimdi ben
akşam üzerime inerken
kendimden saydığım bu diyarda
neyin derdiyle yaşarım bilmem
seni bırakıp nereye
gidiyorum
düşkünken ben,
düşmüşken ben
düştüğünden beri
dölsüz
köksüz…
kahvemizin kokusunda
kaldı susuşlarım
nicedir bu yüzden küskün
bakışlarım
susmadığı çığlıkları
var ruhumun
binlerce kuşun bağrışları
didik didik edişleri etlerimi
lime lime dökülüşlerim var
geç kalınmış bir ölümün ayak
sürüyüşleri gibi
sensiz ben nereye gidiyorum
en derin bir kuyuya atılmış ateş
kokusu burnumda yanarken tenim
ruhumun yılmaz kederi oldun
şimdi sen
gözbebeklerin sabaha yürürken
bilmem neresinde falanca ülkenin
gece yarısından bir zaman sorsan bana
deniz, aşktır derim
duyarsan suyun kamaştığını
duyarsan dikemediğimiz leylak kokusunda
dansını rüzgarın
taşın toprağın toz olup savruluşunu
benim neden derdinle yaşadığımı
kendine sorar mısın bilmem…
bana bir şey olsa ölürdün
sen
boğazıma yapıştı o
sevişken eller
“İnsan kimin
tanrısıdır ey Meryem?”
çünkü sen Mecdeli
Meryem…
beni bırakıp nereye
gidiyorsun sen
ne ile ödüyorsun
utancın bedelini
“Sevginin bağışlanmanın tanrısı…”