Uzun zaman oldu. Çok uzun bir vakit akıp geçti,
aramızdaki köprünün altından. Kurumuş bir ırmak yatağından kum, çakıl ne
kaldıysa doldurduk ceplerimize. Altın kıymetindeydi onların hepsi. Sular çağıl
çağıl akarken ne de güzel parlardı yaz güneşinin altında rengârenk çakıllar.
Üstelik yalın ayakla geçerken ırmağı,
ayaklarımızı incitmezdi sularla yunmuş yıkanmış taşlar. Şimdilerde susuz
bir köprünün bir ucunda sen, ötekinde ben. Cebimdeki çakıl taşları da para
etmiyor artık kıyına varabilmek için.
Ne seninle sırtımızı dayayıp oturduğumuz karabiber ağacı
var buralarda ne de nar çiçeği döşeli merdivenlerle indiğimiz arka bahçem. Aynı
satırların altını çizebilecek miyiz, diye merakla ve heyecanla kitap okuduğum
kimsem de olmadı senden sonra. Uzun uzun sustuğum birileri de yok. Adreslerimiz
bir fitnenin kanadına takılıp uçtu. Kaç şehir bıraktım ardımda bu kadar yıl,
bilsen şaşardın. Belli ki kayıplarımızı arayıp sormaya bile takatimiz kalmamış.
Kapımın yıllardır bir sabah aydınlığına açılır gibi açılmaması bir dosta, bundan
sebeptir.
Gece nöbetlerinden yorgun çıktığımız taze hastane
sabahlarının ertelenmiş uykuları gibi kaldı konuşmalarımız. Küçük lojman
odasına sığdırdığımız hayallerimiz bir ömre yetmedi. Küf kokuyor altı çizili
satırlar. Köşesi kıvrılmış sayfa gibi kalakalmış ömrüm bir kitap ortasında.
Sayfaları çevirecek tanıdık bir el bekler.
Seni ilk gördüğüm okul sabahını hatırlıyorum. Üstünde o
soğuk, sert kentin inadına sıcak bir kırmızı vardı. Yanağında bütün hikâyeni
yüklediğin tek gamzen. Gülüşünde koca bir yüreğin dostça çağrısı. Aynı anda hem
gülüp hem ağlayacağım birini bulduğumu fark etmemiştim bile. Uzun, yine çok
uzun bir zaman sonra ancak görebilmiştik dilimizden dökülenlerin kalbimizdeki sığınağını.
Şimdilerde bir akıyor, bir duruluyorum. Bilmek ayrı,
yaşamak bambaşka malûm. Ulu dağların başında rüzgârların deli estiğini biliyorum
fakat birlikte delirmedikten sonra bu bilginin bir faydası olmuyor ki. Buluttan
kopan damlanın denize iştiyakını yaşamak başka bilmek başka. Tuzlu sudan yanan
gözler ancak, anlatır balıkların ağız tadını. Yağmur sonrası dalından koparılan
şeftalinin diriliği hissedilmeden yaşanılmış olur mu? Bir portakal çiçeğiyle
sonsuzluğu içine çekmeden ölmemeli insan. Yıldızları sayarak girilen yaz
uykularının çocuk rüyalarında, alçak köy damlarında seke seke uçtuğunu görmeden
başka bir rüyaya uyanabilir mi kişi… Sen de bilirsin, bunlar tadılmadan eksik
kalır bir yanımız.
İşte öyle
biraz yarım, biraz öksüz çokça da “ yalın” ve “uz “ağım. Yeniden berrak sular
akmadıkça kıyılarımızdan hiçbir köprü getiremez bizi yan yana. Susuz dere
yataklarına inmedikçe sular, ne ayrılıklar biter ne de bu nedensiz hasret.
Kıyılarında açınca nergis çiçekleri, işte o zaman çağırır sessiz bir dua, bir
gün dönüp gelecekleri.