şule yusuf şule yusuf

Kırık Kanatlar

Ülkemin Kadınlarına…

Evlendi… İtaat et, dediler. Evlilik, ruhun değil yalnızca bedenin sözleşmesiydi. Sanki kadın olmak, kendi sesinden vazgeçmekti. Boyun eğ, tartışma, fazla gülme, sesini yükseltme… Evdeki huzur kadının susuşuyla gelir, dediler. Sustukça içinde başka sesler bağırmaya başladı. İçindeki kız çocuğu, her akşam pencereden gökyüzüne bakıp, “Ben kimim şimdi?” diye fısıldadı. Bir kez bile “Sen ne istiyorsun?” diye soran olmadı. Sormayı bilmiyorlardı çünkü onlar da bir zamanlar soramamıştı.

Sorular, geceleri rüyalara döndü. Rüyalar, gözyaşıyla sulanmış toprak gibi her sabah bir başka hakikati büyüttü içinde. Sabırlıydı. İtaatkârdı. Kanatlarını gizlemeyi öğrendi. Bazen sustu, bazen inatla gülümsedi. Her susuşunda biraz daha uzaklaştı içindeki kuştan ama sabır, başka türden bir dirençti. Sabrın içinde, küllerinde gizlenmiş bir kıvılcım gibi kendi doğuşunu bekledi.

İlk önce sözü alındı elinden. Sonra gülüşü, sonra kararları… en sonunda hayalleriyle arasına perdeler gerildi. Kendinden vazgeçtikçe “iyi kadın” sanıldı. Boyun eğdikçe “erdemli”, suskun kaldıkça “sabırlı”…

Sustukları arasında en çok da kendini duyamamaya üzülüyordu. Her hakkını verirken başkasına, kendine bir borç birikiyordu fark etmeden ve borç büyüyordu. Bir gün ödemek zorunda kalacağını bilerek yaşıyordu artık. İçten içe biliyordu: İnsanın kendine ettiği adaletsizliği, dünya gelse telafi edemezdi.

Değerleriyle çatışan bir hayat yaşamaktan her gün yorulurdu. İçinde büyüttüğü hakikatle, yaşadığı gerçeklik arasında yırtılan ince bir perde vardı. Bir yanda “sabret” diyen ses, diğer yanda “uyan” diyen sancı… Bir yanda öğretilmiş itaati taşıyan gelenek; diğer yanda özle yoğrulmuş bir özgürlük arzusu…

Kadim metinlerle tanıştıkça, kendi hayatına baktığında çok utandı. Okuduğu hiçbir kutsal söz, onun acıya rıza göstermesini, kendini yok saymasını emretmiyordu. İşte tam da bu yüzden… Çatışıyordu. Yoruluyordu. İnançlarıyla barışmak istiyor ama yaşamıyla barışamıyordu. İçindeki ses her geçen gün daha çok yankılanıyordu: “İtaat etmen gereken yer Tanrı’nın adaleti mi yoksa insanların kurgusal suskunluğu mu?”

Kaçmak… Kaçıp gitmek… Bu his, bazen sabah ezanından önce uyanan bir iç sızıydı, bazen de gece sessizliğinde ciğerine kadar işleyen bir uğultu. O his, ayaklarına dolanırdı. Bir rüzgâr gibi savurur, bir kuş gibi ürpertirdi kanatlarını. Kaçmak isteğine mani olamazdı. Çünkü kalmak, her geçen gün biraz daha eksilmekti. Çünkü kalmak, sanki Tanrı’nın ona üflediği ruhu unutmaktı. O kaçmakla değil, hatırlamakla imtihandaydı. Gidişlerinde bile bir hatırlayış vardı. Kendini, kimliğini, sözlerini, düşlerini, rüyalarını…

Unutulmuş bir şehri yeniden adımlamak gibi, kendine dönmek için çıkardı yola. Her kaçış, bir doğuştu aslında. Bunu en çok kadınlar bilirdi. İçindeki çocuk büyürken çocuk ruhu çocukluğundan kırılıp dururdu. O ruh, bir kelebeğin kanadına çizilen incecik desenler kadar narindi. Her kırılışında biraz daha silinir, biraz daha susar, biraz daha içine çekilirdi. İçinde büyüttüğü çocuk, hep dışarıya bakar; bir ses, bir sıcaklık, bir anlayış arardı. Her seferinde duvarlara çarpardı bakışı. Kırıldıkça yeniden yürümeyi öğrenen, her seferinde biraz daha eksilen bir çocuktu... Yine de bir gün sevilirse iyileşecek sanırdı. Çocuk, en çok kendisiyle sarılmayı öğrendiğinde iyileşecekti oysa.

Kendi sesini duyurabilmek için bazen susması gerekti içi oyulmuş ney gibi. Ama her susuşunda bir tını, bir uyarı, bir hatırlatma bırakıyordu ardında. Ney’di o. Kırılmış, dağlanmış yerlerinden geçen nefesle kendi sınırlarını yeniden çizdi. Ne yapılır, ne yapılmaz… Nerede durulur, nerede susulur… Ne affedilir, ne artık mümkün değildir…

Sınırlarını ağlayarak değil, ağlamayı unutarak çizdi. Çünkü sınırlar, artık koruması gereken tek yeriydi. İçeride küllerinden var ettiği bir kadın vardı artık üzerine titrediği, kimselerin bir daha incitmesine izin vermeyeceği… O sınırların ötesinden gelen hiçbir söz, hiçbir aşağılayıcı bakış, bir daha içeri giremedi. “Ney”in sesi gibi artık kadının sesi de kendine dönüktü; yalın, derin ve çok şey söyleyen bir susuşla.

devamını oku