şener aksu şener aksu

Filozoftan Şair Olur mu?

-Afşar Timuçin anısına-

 Afşar Timuçin’i tanıyanlar, takip edenler bilir; Türkçe düşünüp yazan ender felsefecilerdendir. Hatta bu yanıyla dikkat çekecek kadar diğerlerinden ayrılır. Kendisi de bir akademisyendir ve genel olarak felsefe alanında uğraşan akademisyenler, Türkçe’nin bir felsefe dili olup olamayacağını tartışmalı bulurlar. Ancak onun düşüncesi apaçıktır; Türkçe de her dil kadar felsefeye uygundur. Dil ne de olsa kullandıkça gelişen, genişleyen bir olanaktır. Felsefeciler Türkçe düşünüp yazarlarsa Türkçe de pekâlâ felsefe dili olacaktır; tıpkı Almanca, Fransızca, Latince ve İngilizce gibi… Türkçe’nin söz konusu dillerden ne fazlası ne eksiği vardır.

Hatta Hoca, başka dillerden oluşturulmuş kavramları kullananlara karşı biraz tepkilidir. KOÜ’nün geleneksel olarak yürüttüğü “Felsefe Günleri” çalıştaylarının birinde, son konuşmacı olarak sunumu kendisine verilen zamanın yarısında Türkçe olarak yaptıktan sonra; “Hadi şimdi ben de biraz ukalalık yapayım.” diyerek aynı metni akademisyenlerin oluşturduğu o karmaşık söylemle yeniden sundu. Tahmin edeceğiniz üzere salon buz kesti…. Aslında hoca sık sık başka dillere gönderme yapılan karmaşık söylemleri Nietzsche’nin “Derin görünmek için sularını bulandırıyorlar.” Belirlemesini dillendirerek yermiştir. Ölümünün ardından ona yönelen tepkilerin nedenlerinden biri de budur.

Şiirlerine gelince; “Çöl” kitabının bende ayrı bir yeri vardır. Sanırım şiir ödüllerinden biri de bu kitaptan dolayı verilmişti. Emekli olduktan sonra Bulut yayınlarından art arda birçok şiir kitabı yayımladı. Şiire olan yetkinliği beni her zaman şaşırtmıştır. Bir felsefecinin yetkin şiir yazmasının olanaksız olduğunu savunanlar vardır. Buna gerekçe olarak da nesnel akla odaklanmanın, sezgisel aklı örttüğü savı ileri sürülür. Bu sav pek haksız değildir. Şiir sezgisel akılla ilgilidir; yani bir açıdan bilinçli bir bilinçaltı içerir. Biraz daha ayrıntılandırmak gerekirse; Şiir insanın belleğinde, insan ve varlık durumlarını sezip, onları dilsel bir tasarımla başka zihinlere aktarmayı gerektirir. Sezmek bilmek gibi değildir; katı bir neden sonuç ilişkisine gerek duymaz ve aklın yasalarıyla bağdaşmaz. Oysa felsefe salt akıl etkinliğidir. Akıl da ancak bilinç alanında var olabildiği için, sezgiye kapalıdır. Hatta bu kapalılık,  Platon’un şiirlerini yakmasının gerekçelerinden biri olarak değerlendirilir.

Platon gibi bir zihnin; şiir dışlayıp felsefeyle yetinmesi; “Filozoftan şair olur mu?” sorusunu da beraberinde getirdiğini söyleyebilirim. Elbette Platonun şiiri dışlamasının birçok başka gerekçesi de var ama ben konum gereği şiir ve felsefe etkinliğinin birlikte olup olamayacağına odaklanmak istiyorum. Salt aklın yasalarıyla varlığı ve insanı anlamaya başlayan birinin zihninin sezgisel olana kapanacağı varsayımı, Afşar Timuçin’in şiirleri karşısında ikirciklenmektedir. Afşar Hocanın felsefeciliği tartışılmaz. Hatta belki onun yanına ülkemizin en önemli estetikçisi olduğu savı da konulabilir. 

Türkçe düşünüp yazılmış pek az estetik kitabı vardır ve sanıyorum Afşar Timuçin’in “Estetik” eseri kadar yetkin olan da yoktur. Belki de bu bize, diğer filozofların yetkin şiire ulaşamayıp Afşar Timuçin’in ulaşmasının gerekçesi olabilir. Şiir de her estetik nesne gibi estetik ölçüleriyle anlaşılabilir, değerlendirilebilir bir güzelliktir. Dolayasıyla şiir yazan herhangi birine göre Afşar Timuçin’in ürününe daha az yabancı olduğu, şiir hakkında daha büyük bir kavrayışa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu kavrayış ve birikiminin şiirlerinin estetiğin ölçülerine göre düzenlenmesine katkı sağlayacağı da ortadadır. Üstelik şiir bir dil işçiliği ya da mimarisidir. Hocanın Türkçe düşünüp yazması hatırlanırsa, şiirlerinin duruluğu ve derinliği de anlaşılabilir.

Tam da burada Afşar Timuçin üzerine yapılan eleştirilere değinmek isterim. Bu eleştirilere, hocanın öldüğü günün ertesinde evrensel gazetesinde yayımlanan söyleşideki Aydın Çubukçu’nun görüşlerini örnek olarak seçtim.  Çubukçu, bana göre ölünün arkasından konuşma inceliğine pek de uymayan öznel bir değerlendirme yapıyor. Önce Afşar Timuçin’in felsefeci olmasına vurgu yaparak, felsefeyi üniversite duvarlarının dışına çıkarma çabasına işaret ediyor ve şiirini de bu çabanın bir parçası görüyor: “Bence şairliği de bu çabasının bir parçasıdır.” diyor.  “Bir başka deyişle, onun şairliği, bir felsefecinin kendisini felsefi bir sorun olarak görmesinin ve çözmeye çalışmasının ifadesidir.” diye ekliyor.

Ardından da şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Felsefede ağırlıklı olarak estetik üzerine çalışmış olmasının sebebi de yine aynı sorunun parçası olarak anlaşılabilir. O, katıksız estetiği, sınıflar, zamanlar ve mekanlar üstü bir estetiği, estetiğin estetiğini arıyordu. Bu yüzden şiir, onun açısından bu problemi çözmenin bir aracı rolünü üstlenmişti. Onu, ‘büyük şair’ olarak adlandırmak mümkün değildir. Kişisel görüşüm, şair olarak anılması bile hayli müşküldür. Çünkü şiir onun için mümkün olduğu kadar işlevli kullanmaya çalıştığı bir araçtı: varoluşun estetik boyutunda kendi ararken kullandığı bir el feneri…

Ardında yalnızca felsefe meraklılarını ilgilendiren önemli felsefi arayışları kalacak, dilden dile dolaşan mısralar değil.”

Çubukçu’nun değerlendirmesinin bazı yerleri pek özneldir; “Şair olarak anılması bile hayli müşküldür.” dediği Afşar Timuçin, benim ve birçok tanıdığımın şiirlerini ezberlediği yetkin bir şairdir.  “Sen toprak ol ben buğday olurum/ bırak yeni sürgünler rüzgarlarda eğlensin” (Çöl/ yokuş yukarı) dizeleri gibi… Çubukçu şairliğini müşkül görüyor diye şiirlerinden O’nun dizelerinden aldığımız güzellik duyumu eksilmeyecek şüphesiz…  Ben Afşar Timuçin’e “yetkin şair” dedim diye Çubukçu da onun şiirinden keyif almayacaktır benzer şekilde…  Bu neden öznel değerlendirmeleri bir kenara bırakıp, Çubukçu’nun felsefe/şiir ilişkilisine yönelik değerlendirmelerine dönmek isterim. Bu tartışma “Felsefeciden şair olur mu?” sorusuna katkı sağlayabilir.

Çubukçu’ya göre Timuçin’in şairliği felsefesinin bir aracıdır. Ağırlıklı olarak felsefe çalıştığı için de şiirini çalıştığı estetiğin bir aracı olarak görmüştür. Afşar Timuçin’in bir dostu olarak onunla pek çok zaman geçirdim. Bütün kitaplarını okudum. Estetik Bakış’ın yayına hazırlayanlardan biriyim. Lisans, yüksek lisans ve doktora derslerine zamanım el verdikçe katıldım. Konferans ve panellerini takip ettim. Afşar Timuçin adına böyle bir değerlendirmeye zemin oluşturacak en küçük bir tutum görmedim. Afşar Timuçin genel olarak sanatı özel olarak şiiri bir anlama biçimi olarak görür. Estetik Bakış’ta, “Bir sanatçı, gerçek sanatçı, kendi sanatıyla ilgili konularda tam anlamıyla bir filozoftur.” der. Bu hem genel olarak sanat hakkında düşünmeyi hem de özel olarak sanatıyla ilgili her şey hakkında düşünmeyi ifade eder.

Sanat hakkında düşünce önünde sonunda estetiğe yönelir. Ama burada kast edilen, antik dönem sanat felsefesi olarak “yüceltilen” bir estetik değil de “laboratuvar estetiği” diye bilinen, eserlerin incelenmesini önceleyen bir disiplin olarak estetiktir. Afşar Timuçin de bunu önceler. Bu nedenle şiir üzerine düşünmesi, şiir üzerine düşüncelere yönelmesi onun şiirle anlamayı, güzellik duyumu almayı önemsemediğini göstermez. Şiiri bir araç olarak gördüğüne de gerekçe gösterilemez. Olsa olsa, şiiri anlamak istediğine bir gerekçe gösterilebilir. Afşar Timuçin’in estetiği, Çubukçu’nun ifade ettiği; “..katıksız estetiği, sınıflar, zamanlar ve mekanlar üstü bir estetiği, estetiğin estetiği…” değildir. Afşar Timiçun, Çöl’in 2001 baskısındaki söyleşide, gençliğindeki toplumcu eğilimlerinden söz eder. Ama estetiği sınıfsal bir estetik değildir. Çubukçu bu konuda haklıdır. Öte yandan estetik ya da estetiğin yöneldiği sanat bir sınıfın sanatı olarak incelemek Timuçin’e göre değildir. O’na göre sanat insan olmanın bir hali ya da durumu, hatta yükümlülüğüdür. Sanat insana içkindir. Öte yandan “estetiğin estetiği” diye bir kavramlaştırmayı Afşar Hocaya uygun bulmadığım için tartışmaya da gerek duymuyorum. Bunun için Düşünce tarihi serisinin ilk cildine bakmak yeterlidir.

Ancak Afşar Timuçin’in estetik birikimi, bir başka deyişle yaptığı sanatla ilgili her şey hakkındaki yetkin olma çabasının şiirine etkisi tartışılabilir. Timuçin, “Yeni şiirimizin Kısa Romanı” kitabının girişinde; “Kavramlardan tümüyle bağımsız bir sezgisellik hiçbir zaman ve hiçbir biçimde olası değildir.” der ve ekler; “Sanattaki sezgisellik kavramsızlığın bir sonucu ya da ürünü olmaktan çok bir fikrin özel bir kavramsal düzende anlatımını bulmasıyla ortaya çıkar. Düşünce her durumda kavramsaldır ve duygusallık kavramların dışında bir ikinci düşünce gibi var olma şansına sahip değildir.” Bu görüşe göre;  anlama biçimi olan şiir, bir başka deyişle sezgisellikle kavranabilen şiir de aslında hiçbir zaman kavramlardan, bir başka deyişle fikirden uzak olamaz.  O halde, Afşar hocanın sıkça dillendirdiği, genel olarak sanatın özel olarak da şiirin bir fikrin açılımı olduğu varsayımı, felsefeciyle şairin buluştuğu yer olarak görülebilir. İçeriksiz şiir olamaz ve içerik anlamayı ve kavramlaştırmayı gerektirir.

Timuçin’in bu bağlamdaki çabaları dışarıdan yanılsamalı anlamalara yol açmış olabilir. Hem eleştirilerin hem de onun şiirine tepkilerin kaynağı bu olabilir. Timuçin’e göre şiir bir araçtır ama felsefenin yahut estetiğin estetiğini serimlemenin değil, varlığı ve insanı anlamanın aracıdır. Tıpkı felsefe gibi, tıpkı bilim gibi… Ancak anlamak, önünde sonunda zihnin görüsüyle ve kavramlaştırmasıyla ilgilidir. Kavramlar kaçınılmaz olarak düşünseldir; duygusallıkla ilgili bir başka düşünce biçimi yoktur. Sadece aklın bir farklı hali devreye girer; sezgisel akıl diyeceğimiz bir hali…  Afşar Hocanın bu belirlemeleri, daha çok gelişigüzelliğe alışmış zihinlerin, estetik denince devasa bir birikimi görmelerine ve dolayısıyla ondan uzak durmaya çalışmalarına yol açmış olmalıdır.

Sorumuzun yanıtına gelecek olursak; felsefeciden şair olur ve de gayet yetkin şair olur. Ancak her felsefeciden şair olur demiyorum, şairliğini sürdürme becerisi gösterenlerden söz ediyorum. Yoksa nesnel akılla ve kavramsallığa odaklanmış bir zihnin; sezgiselliğe kapanacağı şüphesizdir. Ancak sezmek de öyle gelişigüzel bir şey değildir. Sezmek, yani esin, Afşar Timuçin’in “Estetik” kitabında Henri Delacroix’ten alıntılandığı gibidir; “…esin durumuyla ilgili dikkatli bir inceleme sanırız şunu ortaya koyacaktır: çok zaman esinde yeni gibi görünen fikir sanatçıyla yaşamış, onda gelişmiş ve bir an gelip yeni değeri kazanmış eski bir fikirdir. Çok zaman onun örtülü, keşfedilmemiş kaldığı, sonra esin biçiminde kendini ortaya koyduğu görülür: bilinçsiz ya da bilinçli hazırlığı oluşturan budur, esin onun sonucundan başka bir şey değildir.”  

Esin, bilincin bir hazır bulunuşluğudur ama onu sezmenin koşulları da gerekir. Bu koşullar; katı neden/sonuç ilişkisine odaklanmış zihin için zordur. Benzer şekilde sadece nesnelere yönelen, nesne ilişkileriyle ilgilenen, nesne biriktirmeyle ilgilenenler için de zordur. Hatta bilim insanları için bile zordur, çünkü onlar da neden/sonuç katılığına kilitlenirler. Ancak onlar dışsala yönelmiş, dışsalı anlamaya çalışmaları bakımından felsefecilere göre daha olanaklıdır. Ama felsefeci, zihinde gidimli düşünceyle anlamaya çalışması bakımından kendi bilincine yoğunlaşmıştır ve bilinçaltına kapanmaya ihtiyaç duymaktadır. Dolayasıyla sezmenin olanaklarından uzak kalır. Ama bazı zihinler hem gidimli düşünceye odaklanabilir hem de sezgiselliği diri tutabilir.

Bu yüzden diyebilirim ki felsefeciden şair olur, hem de yetkin şair olur ama zordur. Özellikle yetkin şair diye söylememin nedeni, yapıp etmeleri üzerine kavramsal düşüneceği için, kendine ait bir estetik oluşturacağındandır. Dolayasıyla gelişigüzel şairliğin dışında kalacaktır. Tıpkı Afşar Timuçin gibi…  Afşar Hocanın daha çok felsefeciliği ve özellikle ülkemizde pek az rastlanılan estetikçiliği öne çıktığından, şairliği gölgede kalmıştır. Bunu doğal karşılıyorum.  Hatta felsefeci olup da şair olanların kaçınılmaz bir zorluğu olarak da görüyorum. Felsefeci olup da şair olanların görmezlikten gelineceğini de varsayıyorum, çünkü estetik yahut kavramsal düşünceyle ilişki kurmak, gelişigüzel şairlik için kaçınılması gereken bir zorluk olarak görülmektedir. Öyle olduğu için de Afşar Timuçin’in şiirleri ve şiir üzerine yazdıkları görmezlikten gelinmiştir. “Yeni Şiirimizin Kısa Romanı” eseri, aslında büyük tartışma yaratacak bir içeriğe sahiptir ama şiir dünyasından hiç ses çıkmamıştır. Akademiden de ses çıkmamıştır. Afşar Hoca, bu konudaki şaşkınlığını da birkaç kez yanımda dillendirdi. Ancak buna şaşmamak gerekir. Şiir dünyasının yapıp etmelerine yabancı alışkanlıklarından sıyrılıp estetiğe yönelmesi beklenmemesi gereken bir ilgidir.

Son sözle diyorum ki; felsefeciden şair olunur, hatta yetkin şairliğin bir yolu da zihnin felsefeyle bağlantısıdır. Felsefeyle varlığın doğasına upuygun düzenlenmiş bir zihin, elbette daha derin görecektir. Bunun örneği Afşar Timuçin ve benzerleridir.  Değerini bilen bilir, yetkinliğini gören görür. Görmeyenleri de hoş görmek gerekir. İnsan karmaşık bir varlıktır; ilişkileri de öyle… Ancak unutmamak gerekir ki; Afşar Timuçin kadar kültürümüze katkı sağlayan pek az insan gelip geçmiştir. Benzer şekilde insan yetiştiren pek az hoca da gelip geçmiştir. Eksiklikleri vardır, hataları vardır ama boşuna bir hayat yaşamayan, üreten, yetiştiren bir bilgelik olarak katkılarına saygı duymamak elde değildir. 

devamını oku