sevgi deniz sevgi deniz

Tekeş

Evde bir bebeğin olması her şeyi alt üst etmişti. Tek başına giyinmek zorunda kalıyordu artık. Çoraplarını çoğu zaman eşini bulamadığı için tekeş giyiniyor, farklı renklerde de olsa uydurmaya çalışarak sorunun üstesinden gelmeye çalışıyordu. Kardeşine hissettikleri gibi karmakarışıktı çekmeceleri. Annesi birkaç kez çoraplarındaki bu uyumsuzluğu fark edip düzeltmişti. Bazen sırf onun ilgisini çekmek için çoraplarını özellikle farklı giyinmeyi âdet edinmişti.

Hep o bebeğin yüzündendi. Evde kimse onu görmüyor, özellikle annesi bütün ilgisini, sevgisini, zamanını ona harcıyordu. Hasta diyorlardı; yürümeyebilir, konuşamayabilirdi. Geceleri sabahlara kadar ağlaması bu sebeptendi. Kapı aralığından ara sıra onları izliyordu, annesinin kardeşini uyutmaya çalışırken ağladığına şahit oluyordu. Hep mutsuz, hep yorgun, hep uykusuzdu. Bütün bunlar bebeğe duyduğu öfkeyi gün geçtikçe çoğaltıyordu. Daha önce evde seslerin böylesine yükseldiğini, kırıcı sözlerin sarf edildiğini hatırlamıyordu. Anne ve babası o geldiğinden beri sık sık yüksek sesle tartışıyor sonra baba kapıyı çekip çıkıyor, anne de kardeşini kucağına alıp ağlıyordu. Böyle zamanlarda odasındaki en kuytu köşeye saklanıp kardeşinin bu evden gitmesini, hatta ölmesini diliyordu. Böyle düşününce de kendine kızıyordu. Evdeki herkes kızgındı zaten ama kendisi aynı zamanda kırgındı.  Bir kardeşi olsun istememişti. Annesini başka biriyle paylaşmak düşüncesi yeterince acı verirken devamlı hasta, ağlayan bir bebek durumu daha da çekilmez kılmıştı. 

Zavallı kadının gülümsemesi dudaklarından silinmiş,  gözlerindeki ışıltı sönmüştü. Ağlama sesi evin odalarında kötü bir ruh gibi dolaşıyor, birlikte yenen yemeklerin, pazar kahvaltılarının, en sevdiği oyuncakların üstünü pembe bir toz bulutu gibi örtüyordu.

Bu yılki doğum günü öylesine, bir iki hediye ve bir pastayla geçiştirilmiş, çikolatalı pastayı sevmediği bile unutulmuştu. Hele tabaklar bir felaketti. Bebek kutlamasından kalan pembe desenli tabaklar... Nefret ediyordu pembe renkten. Çoraplarının arasına karışan, küçük ponponlu pembe çoraplara dayanamıyordu. Onlardan birini çekmecesinde ya da çamaşır sepetinde görünce hemen balkondan arka bahçeye atıyordu. Kadıncağız  “Nerede bu bebeğin çorabının eşi anlamıyorum!” diyerek yakınıp aranırken evin içinde; o sessizliği tercih ediyordu. Pembe renkli pamuk şekerden bile tiksiniyordu artık. Kardeşine ait her şey pembe renkli, yapışkan bir balçık gibi evin her yerine bulaşıyor, yapışıyordu. Ona öyle geliyordu ki en çok da annesinin ellerindeydi o yapışkan pembelik. 

Okulda defterine yeni öğrendiği fişlerin heceleri yerine eşi olmayan küçük çoraplar çiziyordu. Onları cırtlak bir pembeye boyuyor, sonra da bu renk kayboluncaya kadar siyah renkle karalıyordu. Bu şekilde rahatladığını, ellerindeki yapışkanlıktan kurtulduğunu hissediyordu.

Bir gece acı bir çığlık sesiyle uyandı. Evin içinde bağırmalar, telaşlı ayak sesleri duyuldu. Sonra sesler kesildi. Odasından çıkınca dış kapının ardına kadar açık kaldığını fark etti. Evde kimsecikler yoktu. Sadece kapı eşiğinde küçük pembe bir tekeş bebek patiği öylece duruyordu.

Korku ve suçluluk duygularının karmaşasıyla açık kalmış kapıya bakakaldı. Pembe patiği yerden aldı avucunda sıkarak balkona çıktı. Diğer tekeş çorapların yanına atmak için elini kaldırdı fakat bu kez yapamadı. Onu avucunda sıkı sıkı tutarak yatağına döndü, battaniyesinin altına girip saklandı. 

Annesinin ağlama sesi ile uyandığında çoktan sabah olmuştu. Endişeyle bebek odasına koştu. Yatağın üzerinde içi boş, katlanmış bir bebek battaniyesi, üzerinde eşi olmayan pembe bir patik duruyordu. Annesi onu görünce kollarını açtı, yanına çağırdı. Aylar sonra ilk defa böylesine sıcak, içten sarılmışlardı. Hıçkırıklar içinde güçlükle çıkan bir sesle: “Bebeğimizi kaybettik anneciğim, ”diyerek daha sıkı sarıldı. Onun da yanaklarından yaşlar dökülüyordu. Acaba o istediği için mi ölmüştü kardeşi?

Öyle bir pişmanlık çöreklendi ki göğsüne bir an nefes alamadığını zannetti. Annesinin kollarından kurtulup odasına koştu yastığın altına sakladığı tekeş pembe patikle döndü. Diğer tekiyle birleştirdi ve patikleri annesinin avuçlarına bıraktı. Sıkı sıkı tuttu ellerinden, zarif yumuşak parmaklarını kavradı. Uzun zamandır ona dokunamıyor, ellerinden tutamıyordu. Eskisi gibi yakındı şimdi. Farklı olan tek şey vardı: Pembe yapışkan bir his.

devamını oku