Şüphesiz roman sadece kurgu değildir. Öyle olsa içi boş bir portakal kabuğundan farklı olmazdı… Ki bazı romanlar tam da böyle bir tat bırakıyor okuduğumda. Sizin de okumalarınızda hissettiğiniz bir şey olmalı bu… Oysa roman bitince damıtılmış bir fikir mayalanır insanın zihninde… Varoluşun, insanın, varoluş yahut insanın bir halinin ya da ilişkisinin keşfine kapı açar bu kıvılcım. Dolayasıyla bütün güzel nesnelerde olduğu gibi romanda öncelikle bir fikirdir. Ancak bu fikir bildirilen bir şey değildir. Felsefi bir tartışmayla başlamaz ve yol açmaz. Bu fikir sezdirilen bir şeydir… Zihnimizin akıl eleğin aşmış bir tohum gibi içimiz de filizlenir.
Romanda fikir için şöyle dense yeridir; romanda fikir, okuyucunun roman boyunca hazırlandığı ve roman bittiğinde keşfettiği gerçekliktir. Bir bakıma karakterler, kurgu, olay örgüsü, söylem, ritim ve daha ne varsa sadece bu keşif için birer araçtır. Daha doğrusu hepsi bu fikrin, yani içeriğin biçimidir. Bu fikir sezilsin diye vardırlar bu fikir sezilebilmesi için oluşmuşlardır. Fikirsiz roman olmaz. Fikir romanın özüdür. Romandaki bütün biçimsel ögeler de bu özün açımlanmasına uygun olmalıdır. Derinlikli bakmayan, estetik duyargaçları henüz olgunlaşmamış olanlar romanda ya karakterlere takılırlar ya olay örgüsüne… Bu yüzden romanda fikirden söz edilmesi birçok kişi için gariptir, garipsenir. Hani denir ya; basit zekalar insanlarla uğraşır, orta zekalar olaylarla, üstün zekalar fikirlerle ilgilenir. Bu söz insanları sınıflandırması bakımından iğreti bir belirlemedir ama romanda fikri anlamız için örnek oluşturabilir.
Demek ki romanda öncelikle bir fikir ve bu fikrin açımlanması için gerekli biçimsel ögelere ihtiyaç vardır. İşte bu biçimsel ögelerin içeriğe uygun hale getirilmesine kurgu denir. Kurgu ne kadar içeriğin açımlanmasını sağlayabiliyorsa ya da bir başka deyişle fikrin okuyucunun zihninde serimlenmesini sağlıyorsa o kadar iyidir. Bu nedenle romanda kurgu ustalığın ta kendisidir. Güzellik duyumu zihnin koşullarıyla bağlantılı olduğu için bu ustalığın bir bakıma insan zihninin doğası hakkında bir ustalık olduğu da söylenebilir. Ne de olsa zihnin koşullarına uymayan bir roman onda güzellik duyumu oluşturmayacak yahut sezgisel bir düşlem başlatmayacaktır. Bu yüzden romanın kurgusu, zihnimizin doğasının olanak ve olanaksızlıklarını hesaba katmayı gerektirir.
Zihnimiz, dışımızdakileri fark etmeye uyarlıdır ve algıları beş duyu organıyla gerçekleştirir. Bu duyargaçların en önemlisi gözdür çünkü zihnimiz bir şeyin görsel tasarımını düşleyerek onun varlığından emin olur. Roman açısından bu bilgi bize yazarın kurgusunun zihnin görsel tasarımlar üretmesine uygun olması gerektiğini duyurur. Roman okurken zihnimiz anlatıların görsel tasarımını üretip durur. Bu nedenle romanlarda betimlemeler bulunur. Betimlemeler karakterlerin, olayların yahut ilişkilerin zihinsel bir tasarıya dönüşmesini sağlayacak ipuçlarını oluşturur. Söz konusu ipuçları ne zihni yoracak kadar fazla ne de zihni tasarıma kışkırtmayacak kadar az olmalıdır.
İnternetin ve televizyonun olmadığı çağlarda insanlar sadece kendi bulundukları yerlerin tasarımlarına sahip olduklarından, başka yerlerin tasarımları için daha çok bilgi ve ayrıntıya ihtiyaç duyarlardı. Bu nedenle klasik romanlarda bugünün zihninin dayanamayacağı kadar çok betimleme yapılmaktaydı. Ama artık buna gerek yok… Bu yüzden günümüzün romancısı daha az betimlemeyle bilir. Ne var ki burada da bir sorunla karşılaşmak mümkündür. Her şey zaman/mekan bileşiğidir ve zihnimiz de bir şeyi öyle kavrar. Dolayasıyla romandaki olayların, karakterlerin sahiciliği için mekanın zihnimizce kolaylıkla tasarlanması gerekir. Bu yüzden betimleme, yani mekan anlatımı tümden yok olamaz. Tersine içeriğin zihnimize sezdirilmesi için önkoşul olması bakımından kaçınılmazdır. Ustalık; betimlemenin ne kadar olması gerektiği konusundaki görüdür.
Öte yandan sinemanın ortaya çıkışıyla insan zihni yeni olanaklara kavuştu. Romanların senaryolaştırmasından da anlaşılacağı üzere; zihnimizin yapması gereken görsel tasarımı bizim yerimize yönetmenler yapıyor. Zihnimiz de bu hazır bulunuşluklara alışıyor hatta sinemanın koşullarına göre uyarlanıyor. Artık romancının bu durumu göz önünde bulundurması ve kurgusunu buna göre düzenlemesi gerekir. Geçmiş roman yazarları gibi sadece bölümleri düşünmekle yetinemez. Bölümlerin içinde oluşacak sahneleri de hesaba katmalıdır. Yani romanını sahne sahne yazmalıdır. Bir yanıyla senarist olmalıdır diyebilirim.
Bu yapılabilir ve zaten yapılmak zorundadır çünkü artık örgü bilinçler var. Onlar bir anlatıyı görsel tasarıma hemencecik dönüştürdükleri için zihnimiz giderek kendi başına keşfetme yeteneğini kaybetmektedir. Zihnimizin iç yeteneğindeki bu sönümleme yüzünden yazar okuyucu için en kolay olacak görsel tasarımı oluşturacak sahneler kurgulamalıdır. Bunu yapmazsa romanı başka insanlar tarafından içselleştirilemeyecek, yani güzellik duyumu yaşanmayacaktır. Eser tamamlanamadığı için de o metne roman denmeyecektir. Daha önce de ifade ettiğim gibi bir sanat eseri, sanatçısı, eser ve içselleştiricisinden oluşan üçlü bir toplamdır. Roman içselleştirilemeyince tamamlanmış olmayacaktır.
Kurgu için romanın ustalığı demiştik ve bu ustalığın aynı zamanda insan zihninin doğası hakkındaki yetkinlik olduğuna da dikkat çekmiştik. Bu belirlemeye dayanarak diyebilirim ki romancı insan zihnindeki bu hızlı evrimleşmeyi göze almazsa ustalığını kaybedecektir. Oysa ustaca yazılmış romanlar bizde güzellik duyumu yaratır. Romancının zihninde böyle bir duyum olması sanat için yeterli değildir, başkasının zihnin de olması koşuldur. Demek ki ustalık giderek zorlaşmaktadır.
Zihnimizin doğası bize şaşırmanın onu etkileme yollarından biri olduğunu fısıldamaktadır. Zihnimiz, alışageldiği şeylerden daha çok şaşırdığı şeylere odaklanmaktadır. O halde kurgu alışılmış olanı aşmak zorundadır ki zihinler ona odaklanabilsin. Çok eski zamanlardan beri mitler ve destanlar anlatıla anlatıla ortak bilinçaltımızı doldurdular. Yaklaşık beş yüz yıldır roman yazılmakta ve okunmaktadır ve yine yaklaşık yüzyıldır sinema izleyip duruyor türümüz. Kollektif bilinçaltı hesaba katılırsa zihnimiz birçok kurguyla tanışıktır. Dolayasıyla zihnimizi şaşırtacak bir kurgunun ortaya çıkışı giderek zorlaşmaktadır. Bir çok roman okuru bunun farkındadır ve kolaylıkla kurgu tekrarlarını fark edebilir. Hatta filmler için de bu geçerlidir.
Yeri gelmişken burada zihnimizin genel bir haz kurgusu olduğuna da vurgu yapmak isterim. Özellikle kahramanlık destanları ve mitlerde bu kurgu hemencecik fark edilebilir. Kahramanlığın ortak uğrakları vardır; öncelikle kahraman elindekilerini kaybeder. Sonra yenilir ve neredeyse yok olacakken düşmanını alt eder. Bu dizgi en sevilen kahramanlık hikayelerinden çıkarılmıştır. Üstelik bu uğraklar yerel de değildir, türümüzün bütün kültürlerinde örneklerini bulabileceğimiz bir izlektir. Roman yazarı için bu bilginin şöyle bir değeri olabilir. Eğer estetik yargıları gelişmemiş, daha önceki romanlarla tanışmamış insanların okuması için yazmak isterse, o zaman bu uğrakları takip etmesi okunmasını kolaylaştıracaktır. Bu kollektif bilinçaltının izleğidir. Ancak böyle bir eser, zihnimiz için kolaylıkla haz alınacak kurguya sahip olsa da estetik yargısı gelişmiş insanlar için bayağı bulunacaktır. Bu nedenle güzel sınıflaması içinde yer almayacak, sanat sayılmayacaktır.
Öte yandan romancı bu temel izleği hesaba katıp şaşırtmacayı da başarabilirse o zaman hem çok okunabilir hem de bayağılıktan kurtulabilir. Demek roman yazarı, olay örgüsünü fark edilmeyecek biçimde kahramanlık izleğine oturtursa sağlam bir temel bulabilir. Elbette içerik buna uygunsa, eğer içerik romandaki karakterin kahramanlığını bize duyurmayacaksa bu izleğin faydası olmayabilir. Elbette kurgu bir olay örgüsü bir izlek gerektirir. Roman nasıl başlayacak, nasıl devam edecek ve nasıl bitecektir? Yazar bunu kurgularken neyi ölçü almalıdır? Elbette içeriği… Ama sadece içerik olsa yetersiz olur çünkü zihin bir şeye güzel der yahut güzellik duyumu alır. Bir yandan da zihnin doğasını hesaba katmalıdır.
Sözgelimi zamansallığın yani ritmin ayarlanması bir yanıyla içerikle ilgilidir bir yanıyla da zihnin doğasıyla… Daha doğar doğmaz tabletle tanışan bir nesil gelirken ve bir dakikalık videoya tahammül edemeyen zihinler ortaya çıkmışken romanın ritmi uzun süreli durgunlukları taşıyamaz. Durgun bir roman kurgulanabilir şüphesiz ama okunmaz, sabır limitleri daralmış zihinler donuk romanlara dayanamaz. Amaç içeriğin zihin tarafından sezilmesi ve keşfedilmesi olduğuna göre; ben zihinleri hesaba katmıyorum denemez. O halde romanın ritminin kurgulanmasında yarının insan zihninin olasılıkları göz önünde tutulmasa bile bugünkü insan zihninin koşulları göz önünde tutulmalıdır. Ne de olsa romancı bugünün tarihçisidir, bugünün insanını, insan durumlarını anlatmakta ve bugün anlaşılmayı beklemektedir.
Kurgunun diğer olanakları için de bu geçerlidir. Örneğin söylem ve dil için de bu geçerli olacaktır. Yeri geldiğinde ayrıntılı irdeleyeceğim bu konuyu burada sadece değinmekle geçmek isterim. Ama günümüz insanının dil olanakları yahut olasılıkları görmezlikten gelinerek romanın dili tasarlanamaz. İçeriğin serimlenmesi için önceliğin içerikte olduğunu biliyorum ama yine de günümüz insanının zihni hesaba katılmalıdır. Bu şüphesiz karakterler için de geçerlidir tipler için de…
O halde diyebilirim ki; her roman bir fikre sahiptir. Bu fikrin insan zihninde sezilerek keşfedilmesi için roman özel olarak kurgulanmalıdır. Bu kurgu insan zihninin koşulları hesaba katılarak yapılmalıdır. Ancak böylece söz konusu içerik zihinlerde güzellik duyumu oluşturabilir. Demek ki güzellik için ön koşul fikirdir. Peki fikir nasıl ortaya çıkar? Bir fikrin ortaya çıkması için romancının öncelikle duyarlı olması gerekir. Duyarlılık, kendin, başkalarında ve varoluştaki halleri ya da durumları fark edecek görüdür. Bu görü zihnin dönüşümüyle mümkündür. İnsan verili olanı aşmadıkça böyle bir duyarlılığa sahip olamaz. Ama roman için sadece duyarlılık yeterli değildir. Romancı aynı zamanda gözlemcidir. Kendinde ve başkalarında insan halleri ve durumlarını izler. Varoluşun yapısını gözler. Böylece başkalarının fark etmediği bir ilişkiyi, bir durumu yahut halin fikrini sezer. Böylece roman fikri doğar.
Romancı bu fikrin başka zihinlerce sezilip keşfedilmesi için özel bir kurgu oluşturur. Kurgunun ana çizgisi olay örgüsüdür. Yeri gelince ayrıntıya gireceğim bu örgü zihnimizin beklentilerini ve ilgisini çekecek olanaklara sahip olmalıdır. Hem zihnin beklentilerine yanıt vermeli hem onu şaşırtmalıdır. Kurgu sadece olay örgüsünden oluşmaz; karakterlerin oluşması da kurguyla ilgilidir. Tiplerin seçilmesi de kurguyla ilgilidir. Betimlemeler ve ritim de kurgunun bir parçasıdır. Benzer olarak dil ve söylem de kurgunun olanaklarıdır. Son olarak diyeceğim, en iyi kurgu içeriğin sezilmesini ve başka zihinlerde keşfedilmesini sağlayan kurgudur, yani biçimdir.