Sevgili Hej,
Uzun bir mühletin ardından mürekkep yuvasından baharın güneşine karşı başını çıkarıyor. Umarım bu süre zarfında gönlün, gülistanlık bahçesi misali yaşamına devam etmiştir. Nedenini tam olarak ben de bilmiyorum niçin yazmadığımı. Hayatın karmaşıklığı içerisinde ve yaşamış olduğumuz buhranlarla birlikte kimi zaman kalemi elime almak bir türlü gelmedi içimden.
Bizim buhranımız, 29 buhranı değildi fakat bambaşkaydı, yani dünyada eşine rastlanmayandandı. Bir zaman dilimin genişliği ve darlığını içine emen bir hörgüçtü. Hala sürüyor olması ve ucu gözükmeyen bir tünel gibi olmasına ne demeli? Öncesinden de buhranda bulunup kendimizi mi kandırıyorduk yoksa dünyanın yeni renklerine mi düçar kalıyorduk? Burasını çözemem lakin bildiğim şu ki, ağır ve etkisinin yılları belki de nesilleri devirecek kadar uzun olacağıdır.
Her şey kendi akışkanlığı içinde nefes almaya devam edecek bütün kesirliğiyle. Akanın azlığı veya çokluğuyla yaratmış olduğu etkisinin debimetresi değilim. Ölçüsü olduğum ise sadece şahit olmam, yaşayan olmam, kimi zaman hâkim ve savcı olmam…
Bizim bahtımıza da bu anın iki ucunda bulunmak ve yüzgeçsiz veya yüzgeçleri mutasyona uğramış bir balık misali suda aslına uygun olmayan bir halde bulunmak ve bu hal ahval üzerine de yüzmek düşüyor. Debimetresi yok yaşadıklarımızın. Birde üstüne yoksunluğun ekleyince varlığı dahi tahammül edilmiyor dünyanın ve içindekilerin…
Biliyor musun Heja; insan kimi anlarda bir sıcaklığın hayalini kurmak istiyor, bu deryadaki bir damla sıcaklık bile bütün kışlarda insanın paltosuz yaşamasına yetebiliyor. Aksi halde ise mevsim her ne kadar yaz olsa da üşüyor ve yorganlara sarılabiliyor! Ne kadar mekân ve yorganlar sıcaksa da zangır zangır titreyebiliyor insan. Zincire vurulsa dahi zapt edilmeyebilir. Hayata tekrar tutunduğumuz ve sıcaklık hissettiğimiz yer ise sevildiğimiz ve sevdiğimiz küçücük bir dünya olsa gerek.
Zamanın intiharlığında, zarurette dâhil her şey buharlaşabiliyor yoksunlukta. Kim bilebilir ki belki de ölçülemeyecek kadar büyük kayıplardayız ve farkında değiliz kayıplarımızın.
Bazen sadece nefes alıp veriyoruz ne büyük bir bahtiyarlık değil mi? Her şey sanki o an için vardır. Sadece hava işte, biliyor musun Heja?
Bu satırlar uzun bir mühletten sonra sana yazılıyor ve her adının anılmasında kalemim burkuluyor. Adını yazmak dahi huzurlu hissettiriyor mürekkebi. Bütün mektupların cevapsız kaldığının farkındayım. Bundan sonraki süreçte de cevapsız kalacağını biliyorum lakin zamanın intiharlığında belki bir gün cevaplarsın diye hiç ümitsiz kalmıyorum.
Aylar, yıllar eskiyor; yapraklar her sonbahar kefen giyiyor lakin yitip bitmeyen ve sürekli yenilenen sancılar beliriyor süveydamda. Bir ömür boyu boynumdaki yafta olarak varlığını idame edeceksin. Bu yafta olduğu müddetçe, gönlün hoş bahar güllerine yuva olacaktır. Belki de ellerin çoğalmıştır veya çoğalacaktır, bahtiyarlıklar diliyorum.
Beni soramayacaksın hiçbir zaman, yine de mürekkep israfında bulunayım. Duvarlarda fideler meyveye durmuş olsa da aynıyım! Farklılıklar mevcuttur. Vadiler elmacıklarda belirginleşiyor azar azar. Onlar çoğaldıkça insan da anlayabiliyor zamanın çınarlığını. Mürekkep tükeniyor; umuyor ve diliyorum ki geleceğe mum ışığı olsun.
Eylüle az kaldı, sayılı günler malumun Heja. Bir zamanlar kavuşma mevsimiydi, şimdi ise cevapsız mektuplar mevsimi. Galiba bir ara huzurunu yeşilden alan bir kenti arşınlamıştık her mevsimde lakin güzün ayrıcalığı bambaşkaydı. Hele ki bir dergâhın kapısında mendil satan ve dualarla insanları karşılayıp ve uğurlayan o kadının duası halada kulaklarımda. Dua şimdi musalla taşında! Kadın artık durmuyor o dergâhın girişinde.
Sevgili Heja, ayrık otlarının dünyayı sardığı bir çağda, bahtına düşene sarılmak gerekiyor ve bütün dikkatimizi buna vermemiz icap ediyor. Sana ve kendime dair nice tütünlerin acılığını mürekkebin havuzuna emanet ediyorum…
20.10.2023