Evin çatı katındaki küçük balkonunda öylece dikilmiş, akşamın geceye aktığı serin bir vaktin izleyicisi olmuştum. Ara ara esen rüzgâr; sırtıma bir ürperti veriyor, kış gecelerinin kokusu şimdiden evlerin çatılarını, sokak aralarını yokluyordu. Karşı evin açık penceresinden bir kemancı görünüyordu. Aslında ilk önce sesi gördüm diyebilirim. Müzisyen yayı tellere sürdükçe, notalar kemanın tellerinden kanat çırparak ayrılıyor, gece kelebekleri gibi uçuşuyordu. Rüzgârla savrulan tülün aralığından usulca sokağa dökülüyordu. Seslerin bir kısmı ise evin önündeki akasya ağacının dallarına konup gecenin nemini yükleniyorlardı. Sonra lacivert gökyüzüne beyaz renkli bir tozu serpe serpe dolunaya doğru yükseliyorlardı. Ay ışığında iyice şeffaflaşan kanatlarını çırptıkça gök denizinde yakamozlar oluşuyordu. Kemancı parmak uçlarından çıkan seslerin böyle bir tablo oluşturduğunun farkında bile değildi.
Sesleri görebilmenin heyecanı ile ürpermiştim. Baştan ayağa bütün hissiyatımla kocaman bir bakıştım. “Artık insan değil sadece bir gözdüm.”
Hışırtıları gördüm sonra. Bütün bir bahçeyi yeşil zemin üzerine desen desen kahveler, turuncular, kızıllarla örtmüş yaprakların sesiydi bunlar. Henüz düşenler; çürümeye yüz tutmuş, toprağın bağrına bedenlerini bırakmış, eski yapraklara ağaçtan nasıl ayrıldıklarını fısıldıyorlardı. Ayrılık hışırtıları dolaşıyordu bütün bahçede. Bu hüzünlü seslere, aralarından fışkıran güz yağmurlarıyla şımarmış yeşil taze çimlerin mırıltıları karışıyordu. Siyah bir kedi, beyaz patileriyle bütün bu sesleri yavaş ve yumuşakça adımlıyordu. Tüylerinin geceye bıraktığı sıcak kokuyu gördüm sonra. Gündüzden kalma yaşlı, buruşuk bir okşamanın rengini taşıyordu üzerinde, birkaç damla gül yağı bulaşmış parmaklardan.
Aniden bir çığlık dağıttı dikkatimi. Sokak başındaki evin penceresinden kaldırımlara düşen ses, tuzla buz olmuştu. Camın sarı kirli ışığı, çığlığın çoğunu engellemişti ama korkunun ve parçalanmış bir onurun rengi kaçmadı gözümden. Bir tokat sesi, mor bir çürükle yansıdı sarı ışığın ardından ve gözümü yaşartan korkmuş iki küçük bakış belirdi peşi sıra. Fark ettim ki bu gözlerden hiç silinmeyecek bir iz bırakmıştı tüm bu sesler. Bakışlarımı pencerenin pervazından güçlükle çekip aldım. Gökteki yakamozları aradım boğazıma takılan düğümü çözmek için. Pencereden yükselen kirli sarı lacivert gökteki yakamozları dağıtmış, geride gri bir bulanıklık bırakmıştı.
Daha da irileştim, kanlanıp damar damar irislendi bakışım. Sokağın diğer başında yıkılmaya yüz tutmuş ahşap konağın alt katından sızan ölgün ışık çarptı bu kez gözüme. Sokak lambasının aydınlattığı odanın eşyaları seçiliyordu. Yaşlı, yorgun bir beden; güçlükle alıp verdiği soluklarıyla üzerindeki battaniyeyi kımıldatıyordu. Gözlerini diktiği sokak lambasında geçmişin pervaneler gibi ışığın etrafındaki halkalanışını seyrediyordu. Anılar ışığa yaklaştıkça beliriyor uzaklaştıkça kayboluyordu. Nefesleri, gittikçe üzerindeki eski battaniye gibi solmaya, azalmaya başladı. Bir hatıranın yarım kalmış sevinci, kırık camın aralığından içeri girdi. Solukların artık can çekiştiği, çatlak, kuru iki dudağın arasından tutunduğu son nefesle ait olduğu bedene kavuştu. Konaktaki derin inlemeyi andıran çatırtıyı görmemek mümkün değildi. Ardından büyük bir gürültüyle tavanın son sütünü yerinden ayrıldı ve alt kata düştü. Uzakta derin bir köpek ulumasının acısını gördüm. Gözümün inceden inceye yandığını hissettim ve sessizce indirdim göz kapaklarımı gecenin üzerine.