şener aksu şener aksu

Rus Top Yolunda Yürüyen de Kim?

İnsanın yaşı ilerledikçe zamanı değerleniyor. Gençken gelişigüzel, rastlantılara bıraktığın hayatına sahiplenmeye başlıyor. Bunu kendimden biliyorum daha ne olsun. Zaten insan kendini her şeyin ölçüsü görmez mi? Sözü uzatmayayım altmışına yaklaştığım şu zamanlarda yapacağım işlere daha itinayla yaklaşmaya başladım. Ölçüyorum, biçiyorum vesselam her olasılığı gözden geçiriyorum. Ama insan işte, hayalimiz bile hayatın olasılıklarına göre kısır… Hata da yapıyorum, yapmıyorum diyemem…

Likya yolunu yürüyenler bilir, sıcakta yürüyüş hiç çekilmez. Ya baharda yürüyeceksin o patikaları ya son baharda… Peki yazın? Yazın yürünecek bir yol yok mu? Olsa güzel olmaz mı? Serin serin yürüyeceğin bir rota üstelik yazın, tatilde, yani herkesin kolaylıkla izin aldığı, olanak bulduğu bir mevsimde yürünecek bir rota her yürüyüşçüyü heyecanlandırır.

İşte tam da bu nedenle, Likya yolunu yürürken sıcak iflahımı kestiğinde hep memleketimin dağlarını hayal ettim. Yaylada doğmuş, çocukluğu dağlarda geçmiş biri memleketim dediğinde yüksekler geliyor aklına tabii… Bulutlara yakın yerler yani… Benim memleketime kimileri “Bulutlara komşu topraklar…” diyorlar. Pek havalı ama bence yerli yerinde değil. Bulutlara komşu falan değil, bizzat bulutların içinde demek gerek… Yaylada yaşamış olanlar bilir, biz duman deriz, başka yerlerde sis diyorlar, günlerce içimize çektiğimiz iklimin ta kendisidir bulutlar… İşte tam da bu serinlikte, yani bulutların içinde yürüye yürüye kamp yapsam, diye geçirip durdum her yaz içimden… Soğuk suları içe içe gözelerden mesela… özellikle Likya yolundaki susuz günlerimizde gözelerin şırıltısı düşlerimi serinletti… Üç beş çiçek gördüğümüzde deliye döndüğümüz zamanlar hele çayırlar gelirdi ki aklıma hiç sormayın. Bin bir çiçeğin renklerinde…

Diyeceğim yazın yürünecek bir rota yoktu ama yapılabilirdi. Tam da hayal ettiğim rota… Ardanuç’un mis gibi köknar kokan dağlarında bir haftalık bir yürüyüş rotası… Gözelerden gözelere, su sorunu olmadan, manzaraya doya doya… Böyle bir yol zaten vardı; Rus top yolu diyebileceğimiz bir yol, yani hem Rus yolu hem de top yolu birleştirilirse, Ardanuç’un dağlarında bir rota oluşturulabilirdi. Bir İngiliz gelip Toroslarda rota oluşturabildiğine göre ben de oluşturabilirim diye düşündüm. Ardanuç’taki dostlarımla görüştüm, arkadaşlarımla tartıştım. Sorunlar ortadaydı, bu işin bürokrasisi, tabela dahil bir maliyeti vardı. Sağ olsun Ardanuç Belediye başkanı Yıldırım Bey dinlemeyi bilen biridir. Bu rotanın Ardanuç’a katkısının hemen farkına vardı ve yardım edeceğini söyledi. 

Bir iş yaparken, ne tür şeylerin zorluk çıkaracağını, engel olacağını düşünürüm çoğunlukla… Onları kaldırınca zaten iş oluverir kendiliğinden. Rus/top yolunun belirlenmesinin önündeki engeller de çok değildi, Başkanın yardımı, Ardanuç’lu dostların katkılarıyla hemencecik yapılabilecek gibiydi. Geçen yıl toplayıp eşyalarımı köyüme döndüm. Başkan Yıldırım Demir ve Vedat Coşkun’la birlikte yolun keşfine koyulduk. Cehennem deresi kanyonundan Bice’ye, oradan Gutul dediğimiz yaylaya, oradan da Geçitli’nin yaylasına kadar mesafeleri, kamp yerlerini kontrol ede ede çalışmaya başladık. Gelin görün ki hiç beklenmedik bir şey oldu ve eşim yaylada gezerken ayağını kırdı. “Rota oluşturuluyor.” derken, rotadan çıktık iyi mi? Hastane işleri, memleketten dönüş derken ortada kaldı proje…

Başkanla konuştuk ve bu sene artık bu işi bitirmeye karar verdik. Bürokrasisi, tabelaların hazırlanması vs. hepsi yerli yerindeydi. Üstelik bir belgeselci arkadaşım, bir de kurgucu arkadaşım gelecek bu işin belgeselini de yapacaktık. Harika olacaktı ama arkadaşlarımın işi çıktı. Yakıt parasının gözümü korkuttuğu zamanlarda bir çözüm bulup bastım kontağa vardım Artvin’e… Kurban Bayramından sonra kendi köyümde yani Güleş köyünde bir festival vardı, ona da katıldık arkadaşlarla… Sonra geleneksel Curuspil festivalinden sonra yolu işaretlemeye başlayacak, tabelaları belirleyip yerlerine koyacaktık. 

Üstelik bu yıl kadar güzel bir temmuz görmemiştim uzun süredir. Her yer çiçek, her yer renk, her yer coşkun yeşil… Bunu ancak dağlılar anlar, yeşilin bir de patlayanı vardır böyle içten içe her yaprakta, ha işte tam da öyle patlamıştı bulutlarla kaynaşıp toprak… En güzel çekimlerin yapılacağı zaman işte buydu. Nereye baksam renk nereye baksam çiçek görüyordum. Yürürken gözümü alamıyordum. Bütün dostlarımın bu manzaraya karışmasını iple çekiyordum. Rotayı belirleyip işaretleri koyduk mu gerisi yazın yürüyecek dostların gelmesine bağlıydı… O da bir iki duyuruya bakardı ki sevdalısı bilir hemen harekete geçer insan böyle taze rotaları duyunca… 

Sabırsızlıkla festivali beklemeye koyuldum. Festival’de kamp yapacağım, horon tepeceğim, nara atacağım, eğleneceğim…. İçimdeki yılkıyı çıldırtan bir heyecan… Yaşıma bakmayın, dağlıların içindeki yılkı hiç yaşlanmaz…. Zaman geçmiyordu ben de dostlarımı ziyaret edip çevreyi ziyaret etmeye başladım. Yaylalara çıktım, sis içinde yürüdüm, ayı hikayeleri dinledim, biraz ürktüm…. Ürktüm diyorum çünkü gerçek vahşi hayat sürüyor Ardanuç’un dağlarında… Ayı da var kurt da… Sürüleri koruyan köpekleri saymıyorum bile… Bir de alçak yerler çok sıcak, özellikle kanyon bölgesi, orada da kene derdi var ki bu gerçekten ürkünç… 

Derenin sesinde derin derin uyuduğum bir gece kâbus gibi düşünceler sardı zihnimi uyandım. Rus/top yolu öyle böyle bir yol değildi; tehlikeliydi. Birinin başına bir şey gelir miydi? Ayı saldırırsa ne olacaktı? Yahut kene tutarsa… Tabelalarla uyarılarda bulunacaktık elbette. Kene bölgesi küçük bir bölge orada dikkat eder yürüyüşçüler, hep dikkatlidirler ama ayı meselesi bir farklı… Hele sis basınca… Gerçi ateş yakıldığında kampa ayı gelmez, daha önce hiç böyle bir şey yaşanmış değildi. Ama bir kez içine kurt düştü mü insan olasılıkların kılcal damarlarına kadar gidip geliyor, terliyor, ne yapacağını şaşırıyor… Kendimi telkin etmek için bir süre uğraştım. Zaten sloganımız, “kendine güvenenlerin rotası” olacaktı. En az iki kişi yürünecek bir rota… Vahşi hayatın sürdüğü bir yerde tek yürümek zaten olanaksız… 

Bu karanlık düşüncelerin zihnimi ele geçirmesine olanak vermedim, güzel şeyler düşünüp uyudum. Ama uyandığımda kendimi ter kan içinde buldum. Boğazım yanıyor, sesim sanki başka bir yerden geliyormuş gibi boğuk boğuk yankılanıyordu. Şimdi olacak şey miydi? Güzel şeyler yaşamak için gelmiştim bin kilometreden daha fazla ve şu işe bak! Festivale iki üç gün kala hastalık yapışmıştı boğazıma… Böyle zamanlarda yüzünü güleç tutmalı insan. Ziyaretime gelenlere Curuspil Festivali’nde geçtiği söylenen bir fıkrayı anlatıp havayı güzelleştirmek istedim. Belki siz de dinlemek istersiniz, fıkra tam konuyla ilgili…

Vakti zamanında Curuspil festivaline bir bakan geliyor. Halk etrafına toplanıyor, sohbet muhabbet derken, bakan “Hükümetimizden bir şikâyetiniz var mı?” diye soruyor.  Dağlılar konuk severdir, konuğu üzülmesin diye susmayı bilirler. Herkes memnun olduğunu söylüyor ama ayakta bakanı dinleyen bir çoban diyor ki; “Sayın bakanım sizin hükümetinizden değil de Rus hükümetinden çok şikayetçiyim…” Bakan şaşırıyor. “Hayırdır!” der, “Niye ki?” “Niye olmasın bakanım!” diye üsteliyor çoban. “Yüz yıl önce yolları yapıp gitmişler, gelip bir bakmıyorlar ki bu yollara karda yağmurda bir şey oldu mu? Çöktü mü? Bozuldu mu? Diye…” Millet gülmekten yerlere yatıyor…

İşte bu espriye konu olan yol, yani Rus yolu tam da bizim yürüyüş yolu olarak belirleyeceğimiz rotanın ilk üç gününü kapsıyor. Kanyondan Bilbilan yaylasına kadar Rusların yaptığı bu yol hala kullanılıyor. Toprak bir yol ama çok hoş yapmışlar, eğimleri vs. arabaların geçmesine bile olanak veriyor. Elbette kırk yıl boyunca bu bölge Rus egemenliğinde kaldı, bu yolları yapmaları doğal. Rus yolu bir yerden sonra Top yolu bilinen ve onun devamı sayılabilecek bir rotaya kavuşuyor. Hem de Geçitli Köyü’nün yaylasının yanındaki o muhteşem Karagöl’de. Orası da bir konaklama yeri…

Espriler dikkatimi dağıtıp ağrıyı def etse de sorunun moral sorunu olmadığı ortadaydı. Hekime gitmeye karar verdim. Ardanuç hastanesi öyle büyük bir yer değil, çok hekim yok tahmin edeceğiniz üzerine… Covid olabilir miyim diye de şüpheleniyordum. Hekim covidi pek önemsemedi mi yoksa test mi yapmak istemedi ateş düşürücü verip gönderdi. Ama ne öksürüğüm dindi ne boğaz ağrım. Terleme de bir yandan. Hasta hasta kamp olacak gibi değil… Bunu kampçılar bilir, eziyete dönüşüyor hele yağmur varsa. Ben de dönmeye karar verdim. 

İkinci kez Rus/top yolu projesi yarıda kaldı. Bazıları diyor ki iyi oldu, kâbus görmezsin birine bir şey olacak diye… Kimi diyor keşke bir hafta dayansaydın da yolu bitirip gelseydin… Lafın başına dönecek olursam, aslında bu yolu belirlemeyi çok istiyordum ve yaşamımın bu bölümünü anlamlaştıracağını düşünüyordum. Her ayrıntıyı düşündüm ama sağlık konularını hesaplamak olanaksız… Buna rağmen Allah’ın hakkı üçtür. Üçüncü kez deneyeceğim. Başkanla konuştuk, sonbaharda çekimler de güzel olur yaprakların renklendiği zamanlarda hem yolu gezer hem belgeselini çekeriz diye umuyorum.

devamını oku