Angelina Jolie, 2011 yılında In the Land of Blood and Honey ve 2014 yılında Unbroken filmlerinden sonra By The Sea ile üçüncü kez yönetmen koltuğuna oturmuştur.
Diğer filmlerinden farklı olarak bu filmin senaristliğini ve yapımcılığını da üstlenmiştir. İlişkileri karşılaştıkları sorunlarla birlikte yıpranmış ve birbirine yabancılaşmış bir çiftin hem ilişkilerindeki problemleri çözebilmek hem de bir süre kafa dinlemek için Fransız sahil kasabasındaki bir otele yerleşmesiyle birlikte burada hem ilişkilerini hem de kendi travmalarını tamir etme sürecini seyirciye 1970’lerin Avrupa sinemasının üslubu ve renkleriyle sunmuştur. Filmde tercih ettiği tonların ve üslubun gerekçesi olarak 2007 yılında kaybettiği annesini göstermiş, annesinin bu dönemin filmlerini sevmesi nedeniyle filmi kendisine ithaf etmiştir.
Evlilikleri sallantıda olan çift Vanessa (Angelina Jolie) ve Roland (Brad Pitt) Fransa’da bir sahil kasabasına kısa süreli olarak yerleşir. Vanessa eski bir dansçı, Roland ise uzun süredir bir şeyler yazamayan bir yazardır. Bu sahil kasabasının ilişkilerine iyi gelebileceğini düşünen çiftin hayatında duygu durumları yönünden hiçbir değişiklik yaşanmaz ta ki yan dairelerine balayı için gelen yeni evli çift Lea (Melanie Laurent) ve François (Melvil Poupaud) ile tanışana kadar. Bu genç çiftin ilişkilerini gözetleyerek kendi yaşamlarında çözümsüz görünen problemleri aşmaya çalışırlar. 1970’lerde geçen filmde özellikle Vanessa karakteri oldukça soğuk, depresif, tüm gününü yatakta ya da balkondaki şezlongda geçiren, ağzından tek kelime duymanın oldukça zor olduğu biri olarak çizilirken, Roland ise tüm gününü ‘belinde’ bir defterle barda geçirerek eve zil zurna sarhoş dönen; ama eşinin soğukluğuna karşı sabırlı ve soğukkanlı olmaya çalışan bir karakter olarak betimlenmiştir. Lea ve François’nın yan dairelerine taşınmasıyla birlikte kendi boşluğundan bir kaçış yolu bulan ve onların yatak odalarını gözetlemeye başlayan Vanessa’nın bu röntgenciliğe varan durumunun kendi kişiliğindeki psikolojik ya da seksüel bir tavrı ortaya çıkarmadığını söylemek gerekir.
Vanessa ve Roland, Lea ve Fronçois’nın gelişiyle birlikte sosyalleşmeye başlasa da; bu durum ne Vanessa’nın günlük rutinini kırabiliyor ne de Roland ile arasındaki iletişimsizliği. Vanessa ile arasında bir iletişim ortamı yaratabilmek adına onunla birlikte yan komşularını gözetlemeye başlayan Roland, evlilikleri için bir kırılma noktası yaşatıyor. Anne olma şansını tamamen kaybetmiş olan Vanessa’nın kendini değersizleştiren bu duygu ile boğuşurken eşi tarafından yalnızlığa itildiğini düşünmesi, onu eşinden uzaklaştırırken tensel temas kurmasına da izin vermemektedir. Diğer yandan saatler boyunca yazım sancısı içinde olan Roland, karısına umutsuzca ulaşmayı denemekte ve her başarısız girişimi onun yaratım sürecine de olumsuz yansımaktadır. Birbirlerini anlamaktan uzaklaşan çiftin içlerinde patlamayı bekleyen bir öfke birikmektedir. Bu patlamayı da ilk yaşayan Vanessa olacaktır. Eşinin Lea’yi beğendiğini ve onunla birlikte olmayı arzuladığı zannına kapılan Vannesa, kıskançlık krizleri yaşar ve bunun intikamını da François ile birlikte olmak için odasına giderek almaya çalışır. Bunu fark edip engel olan ise eşi Roland’tır. Ancak Lea’nin hamile olduğunu öğrenmesiyle Vannesa, tekrar öfkeden deliye döner ve çiftin mutluluğu bozacak bir hamlede bulunur: Lea’ye eşi Roland ile birlikte olduğunu söyleyerek bu mutlu çiftin yuvasını yıkar. Bu durumu toparlamak ve Lea’yı ikna etmek de yine Roland’a kalır.
By The Sea, Mr. and Mrs. Smith filminden sonra Angelina Jolie ve Brad Pitt’in ikinci kez başrolleri paylaştıkları yapım olarak da dikkat çekmektedir. By The Sea bir durum hikayesidir ancak yaratılan karakterlerin derinlikten uzak oluşu ve teatral oyunculukları senaryoyu zayıflatmış ve katharsiz noktasına ulaşmasına adeta mâni olmuştur. By The Sea filmini özel kılan özelliklerinden biri oldukça güzel imajlar/sekanslar yakalayabilmiş olmasıdır. Görüntü yönetmeni Christian Berger’i mekân tercihleri ve sinematografik doğa görüntüleri, mekânları sunuş biçimi nedeniyle kutlamak gerekir. Michael Haneke’nin hemen hemen tüm filmlerinin görüntü yönetmenliğini yapmış olan Berger By The Sea’nin birçok sahnesinde doğal ışık kullanmıştır. Berger’in bu başarısı sayesinde hemen her mekânsal görüntü sonrası kasabaya yeniden âşık olabilirsiniz. Beyazperdeye yansıyan görüntülerle gerek gündoğumu gerek günbatımı anları ile çiftin kaybettiği ve bir türlü bulamadığı romantizmi, onların dışında mekânın ve zamanın içinde seyircinin yakalayabilmesini sağlamıştır.
Son olarak, film müziklerinin altında imzası bulunan Gabriel Yared’in adını anmadan geçmek haksızlık olacaktır. Benim için bu filmi özel kılan da görüntüleriyle birlikte müzikleri olmuştur. Tüm o muazzam doğa görüntüleri üzerine oldukça huzur verici müzikleri yerleştiren Yared’in de hakkını teslim etmek gerektiğine inanıyorum. Angelina Jolie ve Brad Pitt’in oyunculukları için ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bir karakteri yaratırken duygusal çıkmazlarını, hezeyanlarını, dışa vurduğu noktaları, çelişkileri es geçemezsiniz. Lakin filmde çoğu zaman bir görüntü olarak var olan karakterlerin duygu durumları ile ilgili herhangi bir kanaate sahip olamıyorsunuz, bir tablodan öte olamıyorlar.