şener aksu şener aksu

İki Kitap Bir Eleştiri

Karşılaştırmalı şiir eleştirisinin daha sağlıklı olup olmadığını bilmiyorum ancak bunu denemek istiyorum. İki Romen şairin “Turna Yeri” ve “Dalgaların Hüznü” kitaplarını birlikte okudum. İki şairi de kişisel olarak tanıyorum; uzun süreli olmasa da söyleşmiş ve oturup yemek yemişliğimiz var. Şiirlerinden haberdardım ama kitaplarına ancak Romen Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir tanıtımda ulaşabildim. Nevzat Yusuf, Romanya vatandaşı olan bir Türk ve dolayısıyla şiirlerini Türkçe yazmış… Bu nedenle Nevzat Yusuf’un şiirlerini anlamak veya eleştirmek göreceli olarak daha kolay… Marian İllie şiirlerini Romence yazmış ancak kendisi Türkçeyi gayet iyi biliyor, şiirlerini de Romence’den Türkçeye kendisi çevirmiş. Bu ilginç! İlk kez tanık oluyorum…  Bir başkasının çevirmemiş olması şiirin içeriklerini daha iyi kavramamı sağlayacak nitelikte. Öte yandan, Türkçe şiiri bilen biri; Dağlarca’nın şiirlerini Romence’ye çevirmiş… 

İki şairin hem zamandaş olmaları hem de aynı kültürde yoğrulmuş olmaları, bilinç koşullarının ortaklığına işaret ediyor. Bu ortaklık, karşılaştırmalı şiir eleştirisine olanaklı görünüyor. Bu nedenle Nevzat Yusuf’un “Turna Yeri” ve Marian İllie’nin “Dalgaların Hüznü” kitaplarını birlikte anlamaya ve eleştirmeye niyetlendim. Elbette bir ölçü yoksa ölçülme olamaz ve bu durumda eleştiriden söz edilemez. Bir ölçü önermeden söylenen her şey kişiseldir ve beğeniden başka bir değer taşımaz. Bu nedenle ben de bu kitaplara kişisel beğenimi bir yana bırakarak estetiğin ilkeleriyle yaklaşmaya çalışacağım. 

Öte yandan, şiire ölçü bulmak da hiç kolay değil… Bir estetik nesne olarak şiir, estetiğin ilkeleriyle değerlendirilebilir elbette; ancak estetik bir nitelik araştırması olduğu için yasalara değil de ilkelere varmayı amaçlıyor. Bu demektir ki estetiğin ilkeleri herkes için geçerli olmayabilir ve söyleyeceklerim öznellikten arınık olamayacak. Olsun! Yine de estetiğin ilkeleriyle eleştiri yapmak bana güven veriyor, gönlümü rahatlatıyor.  

İki şairin elimdeki şiirlerini öncelikle şiir estetiğinin bir ilkesi olan “bütünsellik” açısından değerlendireceğim. Bütünsel olmayan bir şiirin zihnimizde güzellik duyumu yaratmadığını biliyorum. Şüphesiz ki dizeler de zihnimizde düşlemler oluşturur ama dağınıklık bizde hep bir eksiklik duygusu yaratacaktır. Zaten her sanat eseri özel olarak kurgulanmış bir evrendir. Böyle olsa gerekir ve ancak böyle olduğunda biz onu içselleştirebiliriz. Bütünsellik öncelikle bir kurgudur ve bir merkezi özne üzerinden oluşturulur. İçeriğe uygun özel düzenlenmiş bir zaman (ritim) ve mekan kurulur. Okuyucu da kendini merkezi öznenin yerine koyarak bu evreni keşfeder. Demek ki elimde bütünselliğin olup olmadığını kontrol edebileceğim bazı olanaklar var, ben de iki şairin şiirlerini öncelikle bu açıdan değerlendireceğim. Bu değerlendirmeleri her ilke için maddeleştirerek ifade etmek isterim.

a)Bütünlük Açısından 

Nevzat Yusuf, şiirlerini “ben” ve “başkası” diyalektiğinde kuruyor. Bu nedenle çok kolaylıkla kendimi şiirin içinde buluyorum ve anlatıyı içselleştiriyorum.  Neredeyse bütün şiirler aynı kurgu içinde ama beni derinden etkileyen “Bir güz sonunda” yı örnek göstermek isterim. Özne kurgusundaki başarısına rağmen “Kelebeklerimin öldüğü gün” şiiri ilk okuyuşumda bana dağınık geldi. Birkaç kez okunduğunda (ki bu Nevzat Yusuf’un Türkiye Türkçesiyle yazmamış olmasından dolayı gereklidir) bir dağınıklığın olmadığı, incelikle ve ustalıkla bir bütünselliğin parçalarının serimlendiği anlaşılıyor. Fark ettim ki her öbekten alınmış dizelerle son öbekte ustaca bir bütünlüğe ulaşılmakta… Bu dağınık algısının kaynağı;  alışılmışın dışında, öbeklerin isimlendirilmiş olması olabilir. Eğer böyleyse bu durum bize, eleştirmenin bilinç koşulları ve önyargılarının güzelliği görme kusuru olarak nasıl ortaya çıktığına örnek olabilir. Bazen kusur şiirde değil, ustalığı göremeyen eleştirmendedir. Benzer bir zorluk, “Uçtu mavi kelebekler babamın gözünden” şiiri için de geçerlidir. Bu iki şiirden anlıyorum ki Nevzat Yusuf bunu bir üslup olarak kullanmaktadır. Kendisinin “ikinci yeni”ye benzetildiğini anlattığı bir video izlemiştim. Bu uzun soluklu şiirler için belki geçerli olabilir ancak ben bu şiirlerdeki üslubu Bedri Rahmi Eyüpoğlu'na daha yakın buluyorum.  Öte yandan “Bir güz sonunda” ve “Bükülmüş obalarımız” daha çok Cahit Külebi söylemi çağrıştırmaktadır. Ancak bu benzetmeler Nevzat Yusuf’un özgünlüğünü göz ardı etmemize neden olamaz. Nevzat Yusuf içerik ve üslubuyla özgündür ve bize heyecan verecek şiirler fısıldamaktadır. Kitapta özne sorununa rastladığım yer, “Güzel İsmail ve yaramaz azman” şiirinin giriş öbeği oldu. Ancak bu ciddiye alınacak bir kusur olarak görülemez, hatta üzerinde bile durulamaz… Bu soruna Türkiye Türkçesiyle olan farklılıklar da yol açmış olabilir, yazım hataları da…

Bütünlüğü zorlayan başka bir sorun da ritimdir ve özel olarak düzenlenmeyince, baskın bir zaman üzerine kurgulanmayınca algıyı zorlamaktadır. Nevzat Yusuf’un anadilinin Türkçe olması, Türkçe zamanları doğal olarak kavraması ritim sorunlarını kökten çözmüş gibidir.  En zor içeriklerde bile bu sorun göze çarpmaz; örneğin “Gizemli Bandıra”da okuyucu gizli öznenin yerine kendini koyarak bu özel zamansallığı duyumsayabilmektedir. Ancak imgeler  (bir başka deyişle mekan kurgusu) benim deneyimlerim bir parçası olmadığından zaman zaman bu konuda zorlandığımı söyleyebilirim. Bunda Romanya’nın koşullarının da etkisi olmalı, çünkü at imgesi her iki şairde de ağırlıklı bir yer edinmekte… Buna karşın Romanya kültürüne yabancı olduğunu varsaydığım;  “ben şimdi bile nice Hıdırellezleri beklerim beklerim”, “Tandırımızdaki son koru gömdüm” ve “Gözyaşlarımla kırklamak istiyordum” dizelerindeki imgeler neredeyse benim dilimden dökülmüş gibi… Demek ki eleştirmen, yakınlık duyduğu imgelemlerden kendini alamıyor, ben de alamıyorum. Bu nedenle Nevzat Yusuf’un şiirlerindeki ustalığı daha kolay görüyorum. Dolayısıyla Mairan İllie’ye haksızlık etmekten çekiniyorum.

Marian İllie’nin anadili Romence’dir. Dillerin varlığı algılama kategorileri farklı olabilmektedir, hatta zaman kategorileri de farklıdır.  Bu nedenle bir şiirin diğer bir dile çevrilmesi, belki de o dile göre zaman ve mekanının yeniden kurgulanmasını gerektirir. Bu durum özellikle zamansallıkla ilgili sorunlarda belirgindir. Bu yüzden Nevzat Yusuf’un şiirleri Türkçe şiir bilen benim için kolaylıklar içerirken, Marian İllie’yi anlamak zorlaşmaktadır. Dolayısıyla Marian illie’nin şiirindeki bütünsellik sorunlarını, şiirlerin özgün hallerine yönelik bir eleştiri olmaktan çok, Türkçe’ye çevrilmesindeki kusurlar olarak dillendirmek isterim. “Mavilikli takınak” şiirinde girişteki geniş zamandan bitişteki gelecek zamana geçişte zorlandığımı söyleyebilirim. Bu elbette başka bir dilde yazılmış bu şiirin bütünsel olmadığı anlamına gelmez, benim onu algılamamla ilgili sorunları ortaya çıkarır. Belki kendi dilinde bütünsel olan bu şiir bana zamansallıktaki zorluklar nedeniyle dağınık geldi ve zihnim bütünselliğiyle içselleştiremedi. Öte yandan, “Diz çökmece” şiiriyse ustalıklı bir bütünlük sundu bana… Hem zaman kurgusu hem de özne kurgusu oldukça yetkin geldi. Bu ikilemden şunu anlıyorum; bütünlüğü ustaca üreten biri mutlaka ana dilde bütünsel şiirler yazmaktadır ancak iş çeviriye gelince şiir başkalaşmakta, dağılmakta ve yer yer anlaşılamamaktadır. Mairan İllie’nin şiirinin Nevzat Yusuf şiirine göre dağınık gelmesinin ana nedeni de çevirideki zorluk olsa gerekir. Bana göre şiir çevirisi; çevrilecek dili anadili olarak konuşan bir şair tarafından yapılmalıdır, Türkçeyi çok iyi bilen Marian İllie bile bu konuda yetersiz kalmakta, şiirden kaynaklanmayan kusurlar ortaya çıkmaktadır. Bu kusurlar özellikle bütünlük sorunu doğuracak kusurlardır. 

Bu zorluğu özne kurgusunda da görebiliriz. “Ne olursa” şiiri “sen”le başlayıp, “biz”le devam edip “ben”le tamamlanmaktadır ve bu geçişler anadili Türkçe olan birinin kıvraklığından uzaktır. Bu şiirin Romencesini dinlemek isterdim, özgün olduğunu sezdiğim bu şiirin çevirisi bana güzellik duyumu vermemektedir ama eminim ki Romence’si oldukça büyülü bir şiirdir. “Meşguliyet” şiiri için de bu geçerlidir. Şiir beni çok etkileyen bir içeriğe sahip olduğu halde bir türlü bütünselliğiyle içselleştiremedim. Oysa Marian illie’nin şiirleri bir fikrin açılımı olarak bütünselliği doğasında barındırmaktadır. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim çünkü şiirlerinde bunu görüyorum. Buna karşın şiirleri bütünlükle kavrayamadığım için tam bir güzellik duyumu yaşayamıyorum. Bunun nedeni şüphesiz Marian İllie’nin şiirleri olmasa gerekir, bunun farkındayım. Sorun, şiirlerin çeviri sorunudur. Benim bu şiirlerde zaman zaman bütünsellik görememiş olmam, Marian İllie’nin ustalığına gölge düşürmez, sadece şiir çevirisinin zorluğuna işaret eder… 

b)Özgünlük Açısından

Özgünlük bir içerik durumudur. Her sanat eseri bir fikrin açılımıdır ve fikir aslında şiir için bir keşiftir. Varlığın yahut insanın bir durumu veya bir ilişkisi okurun keşfetmesine açılır. Okur ilk kez keşfettiği bu durumdan dolayı keşfin heyecanını şairle birlikte yaşayacaktır. Daha önce ayrımına vardığı bir durum yahut ilişki okur için bayat gelecektir çünkü zihnimiz keşiften doyum alır, tekrarlardan bunalır…  Marian İllie’nin şiirleri, Türkçe şiirle ömür geçirmiş benim için oldukça özgündür. Bu özgünlüğün altında başka bir dilin ve kültürün ürünü olması yatıyor olabilir. Yine de yöneldiği konular dikkat çekecek kadar özgündür. Buna en iyi örnek; “suyun belleği” şiiridir. “Koşut hayaller”, “içimdeki düşman”, “diz çökmece” ve diğerleri… Kitabın “Karadeniz üzüntüleri” bölümünü ayrıca vurgulamak isterim. Bu özgünlük, çeviri zorluklarına karşın tekrar tekrar okuma heyecanı oluşturmakta…  Daha önce Türkiye’de yayımlanan Romen Şairler Antoloji’sinin hazırlanmasının bir parçası olduğum için diyebilirim ki Marian İllie sadece yabancı bir kültür şairi olduğu için bana özgün görünmemektedir. O antolojideki şairler düşünüldüğünde de özgün şiirler üretmiştir. 

Nevzat Yusuf’un şiirlerindeki özgünlüğü en iyi örnekleyen şiiri “yanıyordu dedemin kitapları” şiiridir. Tarihçi olmamın bir etkisi var mıdır bilmiyorum ama bu şiir beni heyecanlandıran şiirlerden biridir.  “Celladın başkalaşması” ve “son konuğuma mektup” şiirleri de öyle… Aslında “erek dil” şiiri bana çok özgün gelmişti fakat şair bu şiiri “iki sözcükle uçmak”  ismiyle kitabın sonuna yeniden konmuş… Bu belli ki bir hata ama yine de beni şiirin büyüsünden uzaklaştıran bir kusur gibi geldi bana. Buradan da anlıyorum ki kitaplar basılmadan başkaları tarafından birkaç defa gözden geçirilmelidir çünkü “Turna yeri” son zamanlarda okuduğum ve beni derinden etkileyen pek az şiir kitabından biriydi. Bir büyü ikliminde hissetmiştim kendimi, ta ki aynı şiirin ikinci kez basılmış olduğunun farkına varana kadar… Öte yandan Nevzat Yusuf’un şiirlerinin yelpazesi oldukça geniş… Sözgelimi “Yağmur için dokuz kafatası” şiiri bu yelpazenin genişliğini serimlemektedir. Elbette “son konuğuma mektup” şiiri de… 

c)Söylem Açısından

Söylemi ben biçimsel olan her şeyi içine alan bir ilke olarak belirliyorum. Başlık da bu alana girer, bitirme duygusu da… Elbette söyleyiş ve ölçüler de… Bütün ögeler tazeliği oluşturuyor.  Söylem açısından baktığımda, öncelikle Nevzat Yusuf’un başlıkları aklıma geliyor; “pembe donlu celladlar”, “kesik başlı köpekler” ve “tümsek tümsek göğüsteki baldıran şerbeti” nasıl da taze, nasıl da ilgi çekici… Nevzat Yusuf’un şiirlerinde bitirme duygusu sorunu yaşamadım, her şiiri okuduğumda 'şiir burada bitti' hissini yaşadım. Bu yanıyla, çeviri sorununu göz ardı edersek, Marian İllie’de de önemli bir eksiklik yaşamadım. Bana taze gelen biçim, Nevzat Yusuf’un üç şiirindeki söylem oldu daha çok. Bunlar; “kelebeklerin öldüğü gün”, “uçtu mavi kelebekler babamın gözünden” ve “celladın başkalaşması”dır. Her üç şiirde öbekler adlandırılmış ve son öbekte ya başlıklar ya da dizelerden oluşmuş bir yapı kurulmakta... Her üç şiirin söylemi de benim için tazelikler taşımaktadır. Bu ince kurgu, Türkçe şiir yazanlar için bir dağınıklığın nasıl toplanabileceğine yönelik olanaklar barındırmaktadır. 

Marian İllie’nin şiirinin taze olup olmadığını Romence şiirin söylemini bilenler ancak belirleyebilir, bu yüzden ben bu konuda bir çaba göstermeyeceğim. Bunun yanı sıra Marian İllie’nin zaman zaman şiir dilinden uzaklaşan anlatımını da çevirmeyle ilgili görmekteyim. “Geçiş” ve “zuhur büyüsü” şiirlerinin birinci öbekleri buna örnektir. Bunların çeviriyle ilgili oldukları o kadar açıktır ki hemen ikinci öbekleri şiirsel bir anlatıya dönüşmektedir… Elbette diller arasında aktarım zorluğu vardır, bunu en iyi bilenlerden biri de Marian İllie olmalıdır, çünkü o aynı zamanda bir çevirmendir. Öte yandan “şairce” şiirinde de dil sorununu harika işlemiştir. Onun deyişiyle; “dünya dillerinin tümü/bir şeyler çalarak öğrenilir.” Ama en zoru da başka dilde şiirin öğrenilmesidir.   

Çeviri olmasa da Nevzat Yusuf’un şiirinde de benzer birkaç duruma rastlamak mümkündür. Sözgelimi “Gurbette bayram” şiirinin ikinci dizesi; “hem ayrılıklar ayrık otlarıyla güneşler dar” veya “duymak” şiirinin üçüncü dizesi, “yaz örsü gibi çabayla kızarmış göğüs” söylemi gibi… Buradan da şunu anlıyorum ki dil, zihnimizin bir alışkanlığıdır ve bu alışkanlık başka dillerle yaşamımızı sürdürdüğümüzde zaman zaman bozulabilir. Başka dillerle yaşamımızı sürdürmemiz bile gerekmez, yazma alışkanlığımızı devam ettirmediğimizde bile bu bozulma kaçınılmazdır. O halde her iki şairin bu dil kusurlarını görmezlikten gelmek en iyidir. Bunca zorluğa karşın Türkçe şiir için ortaya koydukları güzellikleri duyurmak gerekir. Örneğin Marian İllie’nin “sevgim” şiirinin sonu Türkçe yazılmış gibidir; “ruhum tepeler üstünden/gök atlarının burun deliklerinden/taşıdıkları bir rüzgar gibi/dolaşmaktadır”. Ya da “ne olursa” şiirinin ikinci öbeğinde olduğu gibi; “ehey ne güzel rüyalar görüyor/geceleyin evden kaçıyorduk/çocuk ruhuma benzeyen/doğması beklenen kır bir ay/sırtında dolaşarak/tohumlarını köylüce göklere üfleyerek/Tanrı’dan görsün diye/ otlakları yayıp altımızda/ at hırsızlarının gelişini bekliyorduk”.  Marian İllie’nin bazı dizeleri beni oldukça etkiledi. “Eyvah sözcükler” şiirinin giriş dizeleri; “eyvah sözcükler olmasaydı ben/nasıl şırıldayıp uğuldayacaktım seni” ve ortalarında; “gökyüzünden ayın kutsal/bir ürperme gibi geçtiği” dizeleri…

Anadili Türkçe olması bakımından Nevzat Yusuf bana daha yakın gelen bir söyleme sahip… Bu durum Nevzat Yusuf ve Marian İllie arasında bir seçim olmaktan çok, anadil ortaklığının doğal biri sonucu olarak algılanmalı… Marian illie’ye göre Nevzat Yusuf’la bilinç benzerliğimin daha çok olmasından başka bir gerekçesi yok. “gittin anam gittin/burada biz kaldık irkilerek/ gömdün kül yığınını gömdün” dediğinde, bu dizeleri sanki ben söylemişim kadar yakın hissediyorum kendime. Benzer şekilde, “haberin var mı anam var mı haberin / her gece atımız gelirmiş tarlamıza” dizelerini ben yazabilirdim. Bu Türkçe şiir yazan birçok kişi için geçerli bir yakınlıktır. “Seraplar gelmiş yanıma artık/ Hıdırellez’de biz dörtnala koşacaktık” gibi daha çok örnek verebilirim…

Bu karşılaştırmadan anladığım en önemli şey anadille yazılan şiir ve çevrilen şiir arasındaki kaçınılmaz farktır. Üstelik şair kendi şiirlerini çevirmiştir. Eğer çeviri yapılacaksa ya çevirmen o dilde şiir yazıyor olmalı yahut çevirmen o dilde şiir yazan birinden yardım almalıdır. Böylece içeriğe uygun bir biçim oluşturulabilir. Marian İllie eğer böyle bir yardım alsaydı, onun şiirlerini daha çok içselleştireceğimden, onu daha iyi anlayıp sezeceğimden eminim. Çeviri kadar olmasa da anadili dışında bir dille yaşamını sürdürenlerin yardım almasalar bile hiç olmazsa görüş almaları gereğini de fark ettim. Belki Romanya’daki Türkçe konuşanlar için çok rahat sezilecek söylem, Türkiye’deki Türkçe için bazı zorluklar taşıyacaktır. Bu nedenle Nevzat Yusuf şiiri, Marian İllie şiiri kadar zorluklar taşımasa da bazı anlatım sorunlarını barındırmaktadır. Bu sorunlar ortadan kalkmış olsaydı Nevzat Yusuf’un şiirlerinin bir kısmını kamp ateşinde ezbere okuduğum şiirlere ekleyebilirdim. 

Bu karşılaştırmadan anladığım bir başka şey, ortak yaşamın ortak imgelemler ürettiğidir. Hem Nevzat Yusuf’ta ve hem de Marian İllie’de göze çarpan en belirgin iki imge “at" ve "ay”dır. Ay, Romence şiirde önemli bir yer tutuyor olsa gerekir, daha önce çeviri çalışmalarına katıldığım Çağdaş Romen Şiiri Antolojisi’nde dikkatimi çekmişti. Demek ki ortak kültür ve yaşantı, farklı anadillere sahip olsak bile ortak imgelemler üretmektedir. Bu durum, salt öznellik olamayacağına yönelik kabulün yaşamdaki karşılığına işaret eder. 

Karşılaştırmalı eleştirinin benim açımdan bir diğer sonucu, koşullarla şiirler arasındaki ilişkiyi daha nesnel olarak kurma olanağımdır. Sadece bir şairi incelemek, eleştirmeni eksik bırakmaktadır. İki şair arasında benzerlikler ve farklılıkları bularak şiirlere yaklaşmak bu çalışmayı özneden özneye bir ilişki olmadan çıkarmaktadır. Bu çalışma benim için bir ilk olduğundan elbette eksikler taşımaktadır. Ancak bu yöntemin kullanışlı olduğunu söyleyebilirim. Öte yandan yaptığım eleştiriler ve seçtiğim ölçütler hala öznel bir tutumdan daha fazla bir anlam taşımamaktadır. Bu nedenle benden kaynaklanan eksikler veya yetersiz eleştirilerin Nevzat Yusuf ve Marian İllie’yi eksik tanıtmasından korkarım. Bu korkumu yenmenin bir olanağı da yok. Ola ki Nevzat Yusuf ve Marian İllie benim eksik ya da hatalarımı gösterene kadar… 


devamını oku