Öyle bir tarla ki, daha adımlarınızı oraya varmak için atarken burnunuza buram buram, lavanta esintisi hakim olurdu. Bu rayiha eşliğinde efsunlanır hatta dünyaya, yaşama dair bakışınız da efsunlaşırdı.
Lavantanın insanın önce beyin fonksiyonlarına, sonra ruhuna şifa sunmasaydı, buna sebep. Öyle ki akşam vakti eve gitme çanları çalınca, saati işleyen yelkovanla akrebin ayarını bozmak istercesine, zamansızlığı yaşamak istersiniz.
Böyle günlerdi geride bıraktığım.
Lavanta işçiliği günlerinden.
Ritmik have etkisiyle mümkün olmayan her şey cümle yapısı değiştirerek, mümkünata kalb olurdu. Güneş daha bi ışıkla doğardı ya da güneş ışınları aynıydı...
Ama hayata dair farkın farkını farketmede el eleydi tüm olgular.
Güzel olanı görmek güzelleştiriyor hayatı...
Yine olur mu?
Ya da her insan güzel olanı görüp güzelliğe yol alır mı?
Zira bireysel güzelliği yıkmakta geç kalmıyordu zamansal çağ.
Küresel imkanlarda sınırlı kalıyor çoğu şey…
Sonra, sömürü hakim olunca dünyaya yine kaybeden güzeli görenler olmuyor muydu?