sevgi deniz sevgi deniz

Sıcak Çay

“Gerçekten zırdeliydi bunun babası da,” diye işaret etti yaşlı adam, teneke sobanın yanı başında ısınmaya çalışan adamı. Bir kedi gibi sobanın kuytusuna sokulmuştu. Üstü başı perişan her yanından sefalet akıyordu. Sadece biraz ısınıp kendisine acınarak verilecek bir bardak çayı içebilir umuduyla girmişti bu loş kahveye. Dışarda yağmur çiseliyordu ve hava adamakıllı soğuktu.

Yan masadakilerin bakışları üzerine bir yük gibi binmişti. Bütün gün kursağından geçecek tek bir bardak çaydan vazgeçerek yerinden kalktı. Kirli camlardan giren ikindi güneşinin soluk ışıklarıyla dansa kalkmış tozların içinden geçerek kapıya yöneldi. Çıkma konusunda tereddüt ediyordu ki masadakilerin kahkahası gitmesi gerektiğine ikna etmişti onu.

Dışarı çıktığında serin bir rüzgâr doldu ciğerlerine. Ceketinin yıpranmış soluk yakasını kaldırdı bir işe yarayacakmış gibi. Ellerini ceplerine soktu.  Sol cebinde üç adet metal bozukluğu hissetti birden. Sevinçle avuçladı. Önceki akşam uyuyup kaldığı bankta uyanınca avucunda bulmuştu bu bozukluğu. Çay içemediğine hayıflanırken avucundakilerle yeniden içini bir sıcaklık kapladı. Şimdiden kokusunu duyar gibi oldu alacağı çayla simitin. Farkında olmadan gülümsedi. Ensesinden içine içine giren yağmura aldırmadan hızlandırdı adımlarını.

Su birikintilerinden atlamaya çalışıyor, arada ayakkabısından giren suları çıplak ayaklarında ürpererek hissediyordu. Soba dumanlarının kokusunu bir yuva özlemiyle içine çekiyor, yaprak çıtırtılarını adımlıyordu. Sokaklardan yavaş yavaş elini eteğini çeken güneşin yansıdığı evlerin camlarına iç çekerek bakıyordu.

Birazdan o da bir parça mutluluk yaşayacaktı. Bir simit belki de yanında çay bile içecekti. Ayakları kurumasa da nemli ıslak bir ılıklık içinde ısınabilecekti. Kaçak bineceği bir vapurda bir süreliğine kalorifer peteğine sokulup sıcak düşler görüp kestirebilecekti. Ağzında kalan susam tanelerini hemen yutmayacak, evirip çevirip mutluğunu ikiye katlayacaktı.

Bunları düşündükçe sahile inen yolda yokuş aşağı koşar adımlarla yürümeye başladı. Az önceki çaresizliğinden, kaygılarından, alaylı bakışlarla üzerine çöken sefaletten eser kalmamıştı. Bu duygularla uçar gibi yürürken ayağına takılan tenekeye okkalı bir tekme vurdu. Tıngırdayarak yuvarlanan kutuyla birlikte tüm sıkıntıları da savrulmuştu. Yeni yeni yanan sokak lambalarının yansıdığı yağmurlu siyah parkeler yaldızlanmış, yolu büyülü bir masal yoluna çevirmişti. Denizin iyot kokulu rüzgârı yüzünü yalayıp geçti. Alnına yapışan ıslak perçemlerini şefkatli bir el gibi taradı ve unuttuğu bir melodi takıldı dudaklarına. En son ne zaman ıslık çalmıştı, hatırlayamadı.

  Aynı anda bir korku kapladı içini: O yaşlı simitçi yerinde yoksa! İskelenin denize bakan köşesinde her daim simit satan yaşlı adam, ona dünden kalan bayat simitleri ucuza veriyordu. Bazen de termosundan çay ikram ediyordu. Hava çok soğuk belki de üşümüş erken gitmiştir, diye düşündü. İş çıkışı vapurlarını beklemeyi göze almamış olabilirdi.

Bütün keyfi kaçmıştı bu kötü ihtimalle. Telaşlandı ve koşmaya başladı. Caddeye çıkan sokağın bitişinden sağa sapıp sahile yönelecekken büyük bir ışık kütlesi  ne olduğunu anlamadan çarptı ona. İyodun, susamın, çayın kokusunu yutan yanık bir lastik kokusu genzine doldu. Martıların çığlıklarıyla iskeleye yanaşan vapur acı acı düdüğünü öttürdü. Sıcak ılık bir şey aktı kulağından ensesine doğru. Yattığı yerden son bir gayretle iskelenin köşesine yöneltti bakışlarını. Yaşlı simitçi bir müşterisine çay ve simit uzatıyordu.

devamını oku