Sizi
bilmem ama benim pek hoşuma gidiyor çarşı pazar şu sevgililer günü hengâmesinde!
Vitrinlerde balondan pastaya, mumdan fincana, pelüş ayıcıktan iç çamaşırına
kadar her şey kırmızı kalplerle bezenmiş. Reklam panolarında aldığı hediye
paketine sarılmış, gözünü yumup, ağzına mest gülücüğü sabitlenmiş güzel kız
suretleri, ne hediye alsam modundaki takım elbiseli manken resimleri, taksitli
alışveriş seçenekleri… Peşin veya taksit, sevgilisine hediye verenlerin aşkı,
garanti kapsamına girmeyi başarmış olabilir. Vermeyenlerin ya da veremeyenlerin
mazeretlerine yürek dayanmaz.
Bu
vakitlerde sevgilisi olanlar mutlu mesut gezinirken, olmayanlar melül mahzun
kalabiliyor. Parası olanlar tek taşlı yüzüklerle aşkını ispat edebilirken;
olmayanlar sokağın köşesine konuşlanan çiçekçiden aldıkları kırmızı gülle
iktifa edebiliyorlar. Süreç nasıl işlerse işlesin, sosyal medyada paylaşılıp,
dosta düşmana reklam edilmezse, film tamamlanmamış oluyor. Bu örneklerden, “Ne
kadar para o kadar aşk.” neticesini çıkarmak istemiyorum. Rahatsızlığımın
faturasını Aziz Valentine’e kesmeye de gönlüm el vermiyor. Hayır hayır, böyle
günlerin kutlanmasına karşı değilim pek tabii. Bu sayede evine ekmek götüren onca
insana haksızlık etmiş olurum o zaman.
Ben,
babaannelerimizin oyalı mendillerine sığdırdıkları dağ gibi aşklarının,
dedelerimizin ucu yanık asker mektuplarıyla yolladıkları mahcup selamlarının
resimlerini seyretmek istiyorum. Kilimlere dokunan nağmeleri, sazın tellerinde
yankılanan samimi aşkları, dilek ağaçlarına bağlanan kurdelelerin fısıltılarını
özlüyorum. Kalpleri yumuşatan,
hastalıkları iyileştiren, çiçekleri büyüten, evrenin yapı taşı sevgi. Ancak,
insanlar evlatlarına hatta kedilerine köpeklerine bile “Aşkım” diye seslenmeye
başlayınca orada durup düşünmek istiyorum.
Halbuki
asıl, günübirlik sevdalardan huzursuzum.
Halbuki asıl, pazara dökülen aşklardan mustaribim.
“Seni seviyorum” cümlesi evrenin en büyük
enerjisini içinde taşıyor madem, koşulsuz sevmeyi deneyelim.