aslı ulusoy/renkli seyyah aslı ulusoy/renkli seyyah

ceviz diyarı bitlis

“Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel

Yüreğim dolu yâre, beri gel oğlan beri gel”

Bitlis’e yaklaştıkça dilime bu türküyü doladım. Otobüsün içinde kıpır kıpır yerimde duramadığımı gören tatlı sert rehberimiz, “Aslı Hanım, sesiniz çok güzel ama artık ben söz alabilir miyim?” diyerek turdakilere yaptığım eziyete son vermem gerektiğini hatırlatıyor.  Tabii bendeniz uslu uslu onu dinliyorum -çok da kibar- önce bana teşekkür ederek Beş Minarenin efsanesini anlatmaya başlıyor.

Hazır mısınız? Duyamadım… Evet, evet hazırsınız.

Rus İşgali sırasında Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra savaş esnasında Bitlis’ten kaçan bir baba oğul, Bitlis’e dönmek üzere yola çıkar.  Şehre hâkim konumdaki Dideban Dağı eteğine varırlar. Baba, şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir: ''Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış!'' bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakar:

 

Bitlis’te beş minare,

beri gel oğlan beri gel

Yüreğim dolu yâre,

beri gel oğlan beri gel.

 

Bitlis’in Birinci Dünya Savaşından önce nüfusu 30000´dır. Lakin savaş çıkınca halk göç eder ve nüfus 3000´e kadar düşer.

 

Bu hüzünlü ve ilginç hikâyeyi dinledikten sonra rehberimiz otobüsü yolun kenarında bir yere park ettiriyor. Hepimiz otobüsten inerek fotoğraf çekme yarışına giriyoruz. Bitlis’in sokakları çok dar. Otobüs giremiyor. Beş Minareden de sadece bir tanesinin şu anda sağlam olduğunu öğreniyorum. Tabii bu muhteşem manzarayı kaçırır mıyım? J

Ardından tekrar otobüslere biniyoruz. Yolumuz Bitlis’in bana göre haklı gururu Nemrut Krater Gölü. Bunun için daha küçük minibüslere binmemiz gerektiğini söylüyor tatlı dilli rehberimiz.  Tabii dile kolay deniz seviyesinden 2.400 metre yüksekliğe tırmanmaya başlıyoruz. Gerçekten de bazı yerlerde dik yokuşlar olduğundan otobüsün dağa tırmanamayacağına kanaat getiriyorum.  Yol boyunca gördüğüm yerler aklımı başımdan alıyor. Sonunda indiğimizde “Biz Avrupa turuna mı çıktık?” diye soruyorum, etrafı yemyeşil ağaçlarla kaplı kocaman bir krater gölünü görünce. Buranın en güzel tarafının henüz manzarayı bozan binaların buraya gelmemiş olması diye geçiriyorum içimden.

Turdakilerle birlikte gölü tepeden izliyoruz. Tek katlı ahşap bir kulübeden elinde çaylarla birlikte bir adam, “Hoş gelmişseniz” diyor. Aklıma, yola çıkmadan önce aldığım tuzlu tatlı karışımı kuru pastalar geliyor. Koşa koşa otobüse gidip kutuyu getiriyorum. Oda nesi?  Turdaki Zeynep Hanım benden önce davranarak elleriyle yaptığı poğaçaları dağıtmasın mı? Bana doğru dönerek:

 “Aslıcığım, geç kaldın. Ama senin getirdiklerini de yiyebiliriz. Çünkü şu an hepimiz kurt gibi açız, ”diyerek,  benim kutumdakileri de paylaştırmaya başlıyor. Neşe içinde çayın yanında ikramlıklarımızı yerken bir taraftan da bu muhteşem havayı içimize doya doya çekiyoruz. Oturduğumuz tepeden karşıya baktığımda gölün bir ucunda bir karavan ve gölde yüzen insanlar görüyorum. Rehberimiz, turistlerin buraya gelerek konakladıklarını sonrada karavanlarıyla buradan ayrıldıklarını söylüyor. Yeşil ile mavinin iç içe geçtiği bu gölün havası, manzarası beni derinden etkiliyor.

Nemrut Krater Gölünden sonraki durağımız baston işçiliğiyle ünlü Ahlat ilçesi oluyor. Ahlat demişken buranın da adını nereden aldığına ilişkin  efsane şöyle:

Efendim, bilindiği üzere Doğu Anadolu Bölgesinde hüküm sürmüş olan Urartu Kralı Lat, Medlerin saldırısına dayanamayınca savaşta ağır yaralar alır. Ülkelerini kaybetme tehlikesiyle karşılaşan kralın kızı hem babasına hem de ülkesine üzüntüsünden gözyaşları dökmektedir. Kızın arada “Ah! Lat!”, Ah! Lat!” diye yükselen feryatları Medlerin şehirlerinin düşmesine kadar devam eder. O “Ah! Lat!” serzenişleri zamanla bu bereketli şehre adını verir böylece. 

Ahlat gezimize ünlü Selçuklu mezarlarıyla başlayacakken 1071 Malazgirt Kutlamaları sebebiyle şehirde bulunan Cumhurbaşkanımızın güvenliği sebebiyle programımız iptal oluyor. Tatlı rehberimizin iki kere geniş polis ordusunu ikna etme çabası başarısızlıkla sonuçlanınca ancak otobüsün içinden mezarlığın fotoğraflarını çekebiliyoruz. “Selçuklu Baston” isminde küçük bir baston atölyesine uğruyoruz sonra. Atölyedeki bastonlar gerçekten görülmeye değer. Muhteşem bir el işçiliği sağlamlık ve geleneksel bir törenle bir araya geliyor. Ustamızdan gerekli bilgileri aldıktan sonra Tatvan’a doğru yola çıkıyoruz. Bu arada yol boyunca kutlamalar için kurulan alanı da uzaktan görebilme şansımız oluyor. Tatvan yolu boyunca da ara ara Van Gölü bizimle saklambaç oyunu oynuyor. Bir görünüp “Cö” diyor. Ona hayran hayran seyre dalmışken aniden dağlarla izini kaybettiriveriyor. Ama o ortadan kaybolunca bu sefer de karpuz tarlaları ile ceviz ağaçlarının birdirbir oyunlarına şahitlik ediyoruz.

 

Etrafı dağlarla çevrili Tatvan ilçesine varıyoruz. Burasının konaklama yerimiz olduğunu öğreniyorum sevimli rehberimizden. Dağlarla kaplı olmasından ötürü biraz ürkütücü geliyor burası. Otelimize yerleşip akşam yemeğimizi yedikten sonra misafirperver otel görevlilerinden gölün kenarında yürüyüş yapıp çay içebileceğimizin bilgisini alınca kim tutar beni.

Doğruca şehrin içinden adeta karanlık bir denize benzeyen Van Gölü’ne gidiyorum. Fakat gölün kenarında yürümeye başlayınca bayağı dişli bir sinek ordusunun saldırısına uğruyorum. Aslında göl kenarının görüntüsü sahil ve mesire yerlerini andırıyor. Çay içilebilecek yerler, türkü evlerinden yükselen neşeli ezgiler sineklerin direnişimi artırıyor. Yürüyüşümü tamamlayıp otele doğru yola çıkıyorum.

 

Sabahleyin keyifli bir kahvaltının ardından Tatvan ve Bitlis’ten ayrılıyoruz.

 

Oldukça ilginç olan kahverengi renkli Selçuklu Mezarlığı, ceviz ağacından yapılma el işçiliği bastonları, o meşhur “Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel” türküsü, alabildiğine uzanan uçsuz bucaksız bereketli toprakları,  İskandinav ülkelerindeki manzarayı aratmayan Nemrut Krater Gölü, dağların adeta kalkan olduğu sevimli şehirlerini görmek için hiç beklemeyin derim. Bu alımlı şehir, tüm güzelliklerini görmeniz için sizleri bekliyor. Benden söylemesi.

devamını oku