İstek çeşmesinden içtiği suyun tadı damağında. Son bir gayretle çırptı kanatlarını.
Aşkın yorgunluğunu marifet durağında dinlendirerek yeniden yola koyuldu.
Azığı sabırdı.
Usul usul lokma lokma doyurdu ruhunu.
Aştığı dağları, yüzdüğü denizleri düşündü.
Günlere bağladığı geceleri hatırladı.
Yorgunluk duyacağını sanıyordu ama aksine kanat çırptıkça, aştıkça vadileri kendini yola yeni çıkmış hissediyordu.
Ne demişti bilge: “Kime sorsan gösterir de, hepsinin bildiği kendi yolu. Sen tüm ruhunu koyacaksın ortaya. O bulacak yolunu. Sen bileceksin nerede durman nerede uçman gerektiğini. Yeryüzü silinip, gökler dürülecek. Diller susacak kalpler dillenecek. Uçmak ne ki ona çekildiğini hissedeceksin. Kolay değil yokluk vadisine ulaşmak. Kolay değil Simurg’la bir olmak. Kolay değil onda yok olmak.”
O an bir sancıdır başladı ruhunda. Ya bu yolda küle dönecek ya da o’nun varlığında yokluğa doğacaktı.
Yedi vadinin en çetinindeydi şimdi. Bir sıcaklık hissetti kanatlarında. Olimpos’tan kopup gelen bir kıvılcım büyüdükçe büyüdü ruhunda. Alev aldı tülden kanatlar. Yandı... Yandı... Yandı...
Varlıktan yokluğa attığı adım korkutmadı onu.
Aşk, tüm anlamlarından öte bir manada doldu içine.
Sonsuzca. Sevgilinin dudağına dokunur gibi.
Kızıl öpmelerin gül kokan tadı gibi. Al topuklu rakkaselerin uçuşan adımları gibi. Serenlerin masmavi saçlarından damlayan tuz gibi.
İşte o an!
Güne bir şiir düşürdü ve içinde doğurdu kendini. Olabilecek olana inat olmayana meyilli. Kolaya inat zoru benimsemiş. Bilinenden yüz çevirip bilinmeyene gülümseyen. Var olana isyansız, içindeki inanca yeni tanrılar yaratan. Aşkla yoğrulmuş aşkla çoğalan. Asil bir ruh getirdi dünyaya.
Yedi vadinin sonunda, yokluğun kollarında...