Cannes Festivali’nin ana yarışmasında çok ses getiren Ali Abbasi’nin yeni filmi Kutsal Örümcek’in hikâyesi, 2000’li yıllarda İran’da yaşanmış seri cinayetlere dayanmaktadır. Çizdiği toplumsal çerçeveden güç alan filmin şiddete yaklaşım biçimindeki motivasyonlarsa soru işareti yaratır.
Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında yapan Kutsal Örümcek (Holy Spider, 2022) yılın en çok ses getiren filmlerinden biri hâline gelmiş durumdadır. İranlı yönetmen Ali Abbasi, Danimarka’da çektiği ilk filmi Shelley (2016) ve İsveç’te çektiği (adını geniş kitlelere duyuran) Sınır’ın (Gräns, 2018) ardından üçüncü uzun metrajında ülkesinden bir hikâyeyi ele almaktadır. Abbasi’nin tam da eğitimi sebebiyle İran’ı terk ettiği zamana denk gelen sıralarda ülkenin gündemini meşgul eden gerçek bir olaya odaklanır Kutsal Örümcek. Filmde, Ağustos 2000 ve Temmuz 2001 arasında, 11 ayda 16 seks işçisi kadını öldüren seri katil Saeed Hanaei’nin yakalanma sürecini kurmaca bir gazeteci ana karakter üzerinden takip ederiz. Kutsal Örümcek’in asıl yıldızı olarak görülebilecek bu kadın protagonist, aslında her ne kadar yirmi yıl öncesinin İran’ında hayat bulsa da son birkaç aydır ülkede süren hararetli gündemle birlikte düşünüldüğünde hikâyeyi bugünün gerçekliği üzerinden okuma konusunda bir köprü görevi de görmektedir.
Söz konusu kahramanımız Rahimi’nin (Zar Amir-Ebrahimi), bir süredir devam eden ve sorumlusu bir türlü yakalanamayan cinayetleri araştırmak üzere Tahran’dan Meşhed’e gelmesiyle başlar Kutsal Örümcek. Ancak film henüz başlangıçta kritik bir tercih yaparak seyircisini yalnızca Rahimi’nin peşinden sürüklemeyip takip edilecek iki ayrı kanal yaratır. Diğer kanalda ise filmin anlatısında katil olduğu (şüphe unsuru dahi yaratılmaksızın) saklanmayan Saeed’i (Mehdi Bajestani) ve onun gündelik yaşantısını takip eder. 80’li yıllarda İran-Irak savaşında yer almış, artık inşaatlarda duvar ustası olarak çalışan Saeed’i, kendi sınırlı çevresi içinde sevilip saygı gören “iyi” bir aile babası olarak görürüz. Polisler bir yana, kendi ailesi ve etrafındaki komşularının bile şüphesini çekmeden belirli aralıklarla kendini adadığı cinayetlere devam eder. Ancak Rahimi’ye (ve onun nazarında bize) göre bu yakalanamama durumu tamamen Saeed’in becerisinden kaynaklanamayacak kadar şüphe uyandırıcıdır. Bu şüpheleri gidermek adına gözünü karartıp emniyet görevlileri dâhil olmak üzere davanın tüm aktörleriyle görüşmeye başlar ve olayın ardındaki gerçekleri açığa çıkarmanın ötesinde bir anlamı olduğunu bildiği bir mücadeleye atılır.
Kutsal Örümcek, her ne kadar bir suç-gerilim filminin tonuna ve izleğine sahip olsa da söz konusu türün çoğunlukla üzerine yaslandığı “Katil kim?” sorusunu daha en baştan masanın dışında bırakır. Az önce bahsettiğimiz taslak göz önüne alındığında filmin, gerilimini ister istemez davanın arkasında yatan daha büyük bir sorudan kaynaklandığını düşünmekteyiz ilk adımda. Bu olası büyük sorunun muhtemel kaynağıysa gazeteci kahramanımız Rahimi’nin malum şüphesi. Ancak alışılagelmiş bir gerilim filminde resmedilebileceği tarzda sahnelenen kriminal sekanslar devam ederken ortada pek bir soru işareti de kalmıyor. Çünkü çok süre geçmeden emin oluyoruz ki Rahimi’nin şüphelendiği gibi emniyet kuvvetleri ve İslam hükümetinin sorumlu yetkilileri (cinayetlere ön ayak olmasalar da) seks işçilerinin öldürülmesini çok da umursamıyor. Burada artık iş “dördüncü kuvvet” rolüyle medyaya ve onun hikâyemizdeki temsilcisi Rahimi’ye düşüyor. Cinayetlerle ilgili haberlerin halkta nasıl bir reaksiyon yarattığının ve bunun üzerinden varılabilecek toplumsal tablonun filmin esas ilgilendiği konu hâline geldiğini fark ediyoruz. Öte yandan Kutsal Örümcek, hâlâ net bir “gazetecilik filmi”ne dönüşmese de bilhassa kahramanının kadın olması sebebiyle araştırmaları sırasında her an ve her alanda yaşadığı zorluklara yer vererek beklenmedik bir noktadan gerilimini besliyor.
Bu hikâye, takip ettiğimiz iki kanaldan da tüm ayrıntılarıyla birlikte bakıldığında özel ya da şahsi bir davayı takip etmiyor aslında. Çünkü Rahimi kadar katil Saeed de tüm konunun toplumsal olduğunun farkında. Bu sebeple her cinayetin ardından yerel gazete muhabirini bizzat arayıp bir mesaj iletiyor. İmam Rıza Türbesi’nin de yer aldığı ve Şiiler için önemli bir merkez olan Meşhed’in kutsal topraklarını günahkârlardan arındırdığını ve bu cinayetlerin Allah’ın emri olduğunu söyler. Gazetelerde bunun belirtilmesini istemesinin sebebi de açıkça taraftar toplayacağından emin olmasıdır. Savaş sırasında hayatını kaybedip rejim politikası tarafından kutsanan şehitlik mertebesine erişemediği için kendisini eksik ve toplumsal konumunu yetersiz gören bir gazi olarak kahramana dönüşmeye çalıştığını açıkça dile getirmektedir. Filmin katiliyle peşine düşen kahramanının neredeyse birbirine eşit ekran süresine sahip olması da biraz bu yüzden. Kutsal Örümcek konu edindiği cinayetlerin kendisiyle değil, etrafındakilerle ilgilenen ve toplum üzerine çok fazla şey söylemek isteyen bir film. Böyle seri cinayetleri nelerin tetiklediğini ve bu özel davanın bir benzeriyle tekrarlanma olasılığının ne kadar da muhtemel olduğuna dikkat çekmek istemektedir. Tüm bu bahsettiğimiz nitelikleriyle düşünüldüğünde gayet makul, bir noktaya kadar kendini izlenebilir kılmayı başaracak hatta belki bir kesim seyircide farkındalık uyandırabilecek bir tasarı var kâğıt üstünde. Ancak şu ana kadar bahsini geçirmediğim ve filmin tüm dünyadaki gösterimlerinin ertesinde tartışma yaratan ve azımsanmayacak ölçüde tepki toplayan önemli bir husus var ki, Kutsal Örümcek’in üzerinde durduğu hassas konuya politik yaklaşımını da ulaşmak istediği sonucu da derinden etkiliyor.
Söz konusu tepki toplayan husus, filmdeki şiddet içeren sahnelerin sunumu. Film süresi içerisinde Saeed Hanaei’nin işlediği 16 cinayetin hepsine yer verilmese de şahsen beklediğimden fazlasını gördüğümüzü söyleme gereksinimi duyuyorum. Bu tercih de yine sorgulanabilecek bir konu olmasına rağmen asıl sorun cinayet sahnelerinde kameranın aksiyon alanına durduğu mesafe ve aldığı pozisyondan kaynaklanıyor. Cinayet anlarını anbean her ayrıntısıyla ve çoğunlukla katilin bakış açısıyla görmek seyircinin durumu hâlihazırda olandan daha ciddiye almasına yardımcı oluyor mu emin değilim. Hele ki her cinayetinde aynı yöntemi izleyen bir katili defalarca yeni bir kurbana aynı şiddeti uygularken ve sonrasında ya da esnasında katilde (etik açıdan iyi ya da kötü yönde) herhangi bir motivasyon gelişimi yaşanmazken bu sahneleri göstermenin Kutsal Örümcek’e ne kattığı, üzerine tartışılması gereken bir konu olmuştur, olmalıdır da.
Filmin Cannes’daki gösteriminin üzerinden aylar geçmişken ve doğal olarak bu tepkilerden haberdarken verdiği yakın zamanlı röportajlarında yönetmen Ali Abbasi bu konu üzerine biraz daha tedbirli açıklamalar getirmektedir. Hiçbir zaman toplumsal bir mesajı olan bir film yapmakla ilgilenmediğini, aslında her ne kadar gerçekte yaşanmış bir olaydan esinlense de Kutsal Örümcek’i bir kara film olarak gördüğünü ısrarla belirtiyor yönetmen. Buna rağmen filminin sahip olduğu politik metnin hassasiyetinin farkındalığıyla basit bir tür filminden fazlası olduğunu da dile getirir. Yaratım sürecinde üzerine en çok düşündüğü konunun sinemada İran ve diğer Ortadoğu topraklarının Batılı seyircilerin ezberlerine göre yaratılmış temsillerini kırmak ve daha gerçekçi bir toplum portresi sunmak olduğunu söyler. Yönetmenin burada adını koyduğu doğru temsil arayışı belki de konu edindiği atmosferin gerçekteki mevcut rahatsız ediciliğinden uzaklaşmadan onu anlatıya aktarma ihtiyacını da açıklıyor olabilir. Abbasi’nin verdiği röportajlardan birinde filmi çekerken temel motivasyonunun “öfke” olduğunu söylemesi de ilgi çekici olmasının yanı sıra filmin içerdiği grafik şiddeti sebeplendirebilecek detaylardan biridir.
Son yıllarda İran’da kadınların sürdürdüğü protestoları ülkede son elli yıldır yaşanan en büyük ve umut verici olay olarak adlandıran Abbasi her ne kadar kendisini bireysel olarak bir aktivist olarak gördüğünü söylese de yaptığı filmlerin kişisel motivasyonlarından ayrı tutulmasını istediğini ve filmlerinde bir doğruyu ya da yanlışı dayatmaktan kaçındığını ısrarla belirtiyor. Bahsettiğimiz konuda aldığı eleştirilerde haklılık gören ve en azından üzerine tartışılması gerektiğini düşünenlerden olsam da filmi izlerken hiçbir ânında böylesine hassas bir konuyu istismar edecek bir niyet hissetmediğimi de söylemek isterim. Ancak Abbasi’nin açıklamalarıyla birlikte bakıldığında Kutsal Örümcek’i, yaratıcının bireysel politik pozisyonuyla, filmin ondan bağımsız bir araç olarak kendisinin taşıdığı ve izleyicinin nazarına ulaşan hâlinin uyuşmadığı örneklerden biri olarak değerlendirebiliriz. Bunun dışında ritmi içerisinde seyircisine neredeyse nefes alabilecek hiçbir boşluk tanımayan ve görsel şiddet içermeyen kısımlarıyla da oldukça boğucu olan filmin bu kritik tercihleri izlemesi epey zor bir deneyime dönüşüyor. Film boyunca süren bu rahatsız ediciliğin ve bir o kadar ağır ve karamsar finalinin filmi daha güçlü kıldığına ya da ulaştığı uluslararası seyircide daha çok sorumluluk uyandırdığına inanmamakla birlikte Kutsal Örümcek’in asıl eksisinin, bu kadar köpürterek anlattığı hikâyesinin altını dolduramayan fazla ılıman senaryosu olduğunu düşünüyorum.
Son olarak tartışmaya açmak istediğim husus kişinin eylemlerinin toplum nazarında onu bir katil mi yoksa kahraman mı olarak tanımlamak noktasında ne derece önemli olduğudur. Filmin özelinde söylemek gerekirse seks işçilerini öldürmek Allah’ın bir emrini yerine getirmek olarak değerlendirildiğinde Saeed Hanaei bir kahramandır. Ki Meşhed’te yaşayan halkın büyük bir çoğunluğu da onu bir kahraman olarak görmüş ve arkasında durduğunu belli eden eylemler gerçekleştirmiştir. Ancak Kuran’ın ayetlerini dikkate alarak değerlendirdiğimizde bir canı almanın yasaklandığını göz önünde tutarsak Saeed Hanaei kendisine Allah rolü biçerek kimin yaşayıp kimin yaşamayacağına karar veren bir statüde görmesi nedeniyle o narsist bir katildir. Narsistir çünkü kutsal kabul ettiği şehitlik mertebesine ulaşamamış veya gazi olmayı becerememiş ve bu nedenlerle acı çekmektedir. Kendisine layık gördüğü makamlara ulaşamadığı için derin bir mutsuzluk içindedir. Bunu zaman zaman yaşadığı travmatik davranışlarıyla da seyirciye sezdirmektedir. Ayrıca bir aşağılık kompleksi içindedir. Oğlunun piknik anında kafasına yanlışlıkla top attığı sahnede gösterdiği sebepsiz şiddet bu ruh halini açıklamaktadır.
Bir kahraman mı yoksa narsist bir katil mi? İran mahkemesi bunun kararını vermeye çalışırken oğlunun kendisini bir kahraman olarak görmeye başlaması ve kendisine örnek alması ise benim için filmin en trajik sahnelerinden biri olmuştur. Kadının var olmaya çalıştığı bir dünyada yaşamak için başvurduğu yolları uzaktan eleştirmek veya onun yaşam hakkını elinden alacak hadde sahip olmak narsist kişilik bozukluğuna sahip bireylerde görülen yaygın bir tavırdır. Bu tavır geri kalmış ülkelerde oldukça yaygındır. Demokratik açıdan gelişmiş ülkelerde dahi kadınlar erkeklerle eşit şartlara sahip olmak için hala mücadele verirken dini kurallarla yönetilen Orta Doğu ülkelerinde yaşam kadınlar için kabusa dönmüş durumdadır. Film bu açıdan bir trajediye dikkat çekmektedir.