emily yaramis emily yaramis

Kızıl Koyu

“Güneş üzerine doğmasın kuzum. Dua vaktidir, aç ellerini Mevlâya, içine haykıra haykıra iste ondan. İsterken sızlasın burnun, kavrulsun ciğerin. Yanmadan olmaz kınalı kuzum!” derdi anam. Aşk dilinde pelesenkliydi. Yaptığı her işi de aşkla yapardı. Anamdı benim ilk yârim. Uyanır uyanmaz gözlerim onu arar, yüreğim onu isterdi. Geceleri onun kokusu olmadan uyuyamazdım. Sarıp sarmalar, tatlı tatlı konuşurdu. Mis gibi kokardı benim anam.

Yüreği yorgundu Deniz’in. Yaralıydı. Anacığının boylu boyunca ebedi istirahate gittiği mezarının başında, toprağına sarıldı ve oracıkta uyuyakaldı. Unutmak istedi yokluğu. Varlığına doyamadığının kaybı acıtıyordu. Acıyordu yüreği ve bu acıyı dindirecek bir ilaç yoktu. Yürek sızısı diye şarkılar, şiirler yazıldı, ağıtlar yakıldı ama bu zehre panzehir bulunamadı. Her zamanki gibi zamanın ilaç olduğu varsayımına dayanıldı. Dayanaktı bu iki kelime. Dayanacaktı. Başka bir yolda yoktu çıldırmaktan öte…

Çocukluğunun en güzel yılları köyünün her köşe başında ona mutluluk hediye etmişti. Oturup da sakin sakin uğraşlar bulamazdı. İçinde hiç uslanmayan usu engin, hâli ahvâli pek de zengin bir çocuktu Deniz. Belki de geleceğin kızıl koyuluğunda arkadan oynanan oyunların çözeni, bulanı, bulduğuna da haddinin soranı konumunda olacaktı. Oldu da. 

Deniz; kıvrak zekasının, hareketliliğinin faydasını polis olunca daha çok gördü. Karmaşık görünen tüm olaylarda delil toplamayı, onları analiz etmeyi, olayların oluş sırasını ve etkilerini önceden çözümlediğinden genç yaşta komserliğe kadar ilerledi. O gün annesinin cenazesinin başında eşine anacığını anlatırken, bir çetenin liderine son hassas tarafını aktarıyordu. Hangi acıya katlanacağını bilmezken her zaman olduğu gibi bir güç onu ellerinden tutmuş derince bir uykuya götürmüştü. Uyuyunca her şey normale dönerdi Deniz’de. Bu kez cenazenin başında uyusa da yine rahatladı. Yine her şey olması gerektiği gibi normale döndü. Vicdanı hür, gönlü rahat bir insan olmanın huzuru ve mutluluğu, hayatta kendine atılan kazıkları sahibine iade ediyor ve haksızlıklara göğüs germe şerefine nail olduğundan kendiyle gurur duyuyordu. Annesinin ölümüne sebep olan çapsız eşinin tüm pislikleri bir başkasının da zarar görmesine fırsat verilmeden gün yüzüne çıktı.

“Eveeeet! Kenancığım. Allah beni anamın acısıyla ve eşimin hem bana hem vatana olan ihanetiyle imtihan etti. Annemin masum merakı, senin dışardan saf görünen,  içerden şeytana pabucu ters giydiren  yüzünü  âleme deşifre etmiş oldu. Senin gibi insanlardan hep uzak durmam gerektiğini söylerdi aslında hep. Ama benden evvel o seni bana beğenmişti biliyor musun  ilk bize geldiğiniz gün? Senin ilgi alakan, içten sözlerin ve tatlı gülüşünün bende çok tesiri yoktu. Ben zekana hayran kalmıştım sadece. Görüyorum ki onda da yanılmışım. Çünkü sen dünyanın en akılsız ve en ahmak yaratığısın. Dünyanın en güzel şehrinden, aşklar beldesi Paris’den bana aldığın kolyeyi sevgiline takıp, sevkiyat yaptığın tırları ona göstermişsin. Haspamda o kolyeyi kırmızı çadırlı, mavi çizgili tırda düşürmüş. Ne güzel kolyen var senin çapsızım. Bu kadar kıymetli bir kolyeye cip taktıracağımı nasıl düşünemedin!” dedi Deniz. Soğukkanlılıkla eşinin anlattıklarını dinleyen Kenan Bey, ani bir hareketle cebindeki tabancayı çekmesiyle alnının ortasına kurşunu yemesi bir oldu. 
  

“Yazık sana! Bana olan saygını ve muhabbetini de çok seviyordum. Bir insan nasıl bu kadar çok yüzlü olabilir. Bu kadar yüzün arasında nasıl bu kadar yüzsüz durabilir. Değdi mi çapsızım. Bunca ağyarı tepeme bindirmene, beni sürekli iz peşinde yormana, canımdan çok sevdiğim anamı kendine kalkan yapmak için ölümüne sebep olmana değdi mi? Şimdi kurşunladığın bunca masum insanın topyekün hesabı alnının ortasını yaran bir kurşun oldu. Hiç mi aklına gelmedi ne edersen onu bulacağın. Ateşin bol olsun Kenancığım. Sen soğuğu sevmezsin zaten. 

devamını oku