gürhan gürses gürhan gürses

yüreği elinde

Sokağın başındaydı adam. Üstü başı perperişan, hali vakti sersefil… Gelen geçenin bakışları onun üzerindeydi. Dikkatleri toplamıştı, gözler dikilmişti üzerine hepten. Yüzünde manasız bir gülümseme, gözlerinde saklı bir gurur vardı. Adam seviniyordu içten içe ve bu aleni yansıyordu yüzünde. Yüreği elindeydi…  Yüreği elinde atıyordu işte. Tek sermayesi yüreğiydi adamın. Bu yüzden üstüne titriyor, ayrı bir ihtimam gösteriyordu.

Tek zenginliği, tek enginliği aşk adına sevgilisiydi. Elindeki en kıymetli hazinesini, tek zenginliği olana verecekti. Bu yüzden yüreği elinde bekliyordu sevgilisinin sokağının başında. Gelen geçen ürkerek, şaşarak bakıyordu adama. Sol tarafında bir büyük boşluk vardı kalp şeklinde. Elindeyse etten ve kandan bir kalp… Bu ne ibretengiz ve dehşetengiz bir tabloydu, esrarengizdi bir o kadar!

Ah zavallı insan, aslanlar gibi köpürür, kabadayılanırsın da gelir bir ceylan bakışlı, serçe yaradılışlıya kul köle olursun. Ökseye takılmış serçe misali kadının güzelliğine takılır kalırsın. Adamın hali harfi harfine böyleydi. Başka tarife, tavsife ve tasvire gerek yoktu.

Bir insan kendisi için en değerli olanı gözünü kırpmadan başka birine verebiliyorsa bunun için tebrik etmek gerekirdi. Ve biri için her şeyinden vazgeçen gerçek bir âşıktı. Bir fakirin en kıymetli hazinesi ekmeği, bir çocuğun oyuncağı, bir ȃşığın da yüreğidir. Fakir ekmeğini bölüşür ihtiyacı olanla, çocuk oyuncağını paylaşır olmayanla… Âşık ise yüreğini teslim eder sevdiğine. Adam canından vazgeçmişti, ötesi yoktu onun için. Her türlü övgüyü hak ediyordu. Yüreği elindeydi, kime vereceğini biliyordu. Onu bekliyordu; bir numarasını, tek taşını, gözyaşını… O, yüreğiydi mecazen, ikametgâhı tam ortasındaydı sevgilinin. Anahtarı yoktu, zili de, izni de, dıştan kolu da yoktu ona kalp ikametgâhının.

Ey saki, aşk doldur sen de kadehe, gözlerden yaş doldur. 

Adam vazgeçmişti canından, önce canandı ve ona en güzel hediye olarak yüreğini verecekti. Elinde yüreği, bekliyordu. Gelmiyordu kahrolası…

Ah, sevda! Ah, kalbe kara saplı bir bıçak gibi saplanan kara sevda! Ah, başa yıldızlar üşüştüren aşk ve o yıldızları saymakla geceleri bitireceğini sanan biçare âşık! Ah, sevgili! Gurup vakti oldu ama gelmedin… 

Yürek açıktaydı, çıplaktı, üşüyordu.

Ah sevgili! Gelmek bu kadar zor ve bu kadar uzak değildi. Ah biçare, ah sefil, ah duçar olmuş âşık! Beklemek alın yazındır artık.

Yürek, kanamaya başladı. Tampon olarak sevgilinin bir bakışı lazımdı. Bir sarılışı… Bir busesi… Lakin ortalık siyahtan libasını giymiş, sesler kesilmiş, âlem uykuya dalmıştı. Bir kişi ayaktaydı… yüreği elinde bekleyen. Kavli vardı kızın… Sabrı vardı adamın. Kız gelmiyordu… adam gitmiyordu. Karanlık oluyordu sonra aydınlık, sonra bir daha karanlık… Kız gelmiyordu.

Alıcı kuşlar üşüşmüştü yüreğinin başına. Parça parça ediyorlardı işte, keskin ve sivri gagalarıyla yüreğini adamın! Can çekişiyordu adam, inadına yaşama tutunmaya çalışıyordu. Lime limeydi kalbi, delik deşikti oysa. 

Ayrılıktandı, hasrettendi, vuslattandı. Göz gözdü eti, tuz tuzdu yarası. “Ölen ettir, kemiktir” diyordu, gerisi hülasa. Uğruna ölebileceği birisi vardı, gayrısı hikâye. Bu ölmeye değerdi! 

Gelmedi… kadın asla… Yüreği elinde bekledi adam.

Derler ki, hala sevgilinin kapısının önünde yüzünde hafif bir tebessüm, dudağında acı bir büküm saklı adam, elinde kalbi, taşlaşmış bir halde durup dururmuş. 

devamını oku