sanki güvercin
suda bir şato,
uyurdu.
ve akşamüzerleri,
bu şatonun kapısında,
uzun esmer parmaklı
bir ressamın
gölgesini
izlerdi peri kızları.
mavi işte o zaman masmaviydi.
gümüşten bulutlar,
haşmetli pencereler!
ta ki lacivert bir gece ansızın
gölün üzerine çökene dek...
gece,
baştan ayağa zümrüdi.
gece parlak, gece hançer.
kabzasında ejderhalar…
ejderhaların kanatlarında;
çivilenmiş bilekleriyle,
ay ışığını turuncuya boyayan bir hünkâr…
yıldızların bindiği
salıncak değil,
yelkovanı darmadağınık saat.
varlıkla yokluk kadar
birbirine yabancı…
usulca sokulurdu sanki bir güvercin,
sahibinden utanarak
sislerin yamacına.
şarkılar söylenirdi çok eskiden,
yağma edilmemiş korularda.
yaratılmışlık kokan çocuklar,
henüz kaybedilmemişken!