Ben bir kaplumbağayım.
Kabuğunun içinde saklı kalmış, sıkışmış, daralmış ve bunalmış…
Ben bir kaplumbağayım.
Dışarı çıkmayı henüz bilmeyen, adım atmaya çabalarken önüne çıkan taşlara çarpıp tökezleyen… Ve bu yüzden adım atmayı bir türlü öğrenemeyen…
Ben bir kaplumbağayım.
Kabuğumun boşluklarından gelen gün ışığıyla gözleri kamaşan, her an buğulaşan ve bu yüzden kafasını tekrar tekrar içine sokan.
Ben bir kaplumbağayım.
Denizin yönünü bir türlü bulamayan, kendi yarattığım doğanın içinde kaybolan…
Ben bir kaplumbağayım.
Son anda avcılara yar olmaktan kurtulan ama her defasında yara alan.
Ben bir kaplumbağayım.
Savaşmaktan yorulan, yem olmaktan korkmayan…
Ben bir kaplumbağayım.
Bir kabuğa ve yalnızca kendi gölgeme sahip olan…
Ben bir kaplumbağayım.
Kabuğunu kıramamış fakat kabuğu dışında her yeri kırılmış…
Ve evet, ben bir kaplumbağayım.
Rüzgârın tene çarptığı soğuktan, yaprakların ağaçtan usulca düşüşünden, kuşların senfonisinden, denizin hırçın dalgalarından, yağmur damlalarının verdiği huzurdan, yürürken batan çakıl taşlarından, zamanın zamansız akışından, yaşarken yaşayamamanın çaresizliğinden, seslerin sessizliğinden telaşlanan…
Ve gittikçe yabancılaşan bir kaplumbağayım.