Karanlıkların Tanrısı o
simsiyah kanatlarıyla üzerimi örttü. Ağırlığıyla bedenim uyuştu. Göz kapaklarım
söz dinlemez oldu.
Bıraktım kendimi. Beynimin
her kıvrımına bir orkestra kuruldu. Tiz sesli borazanlar, davullar
eşliğinde ‘hoş geldin’ diyor. Ne geliş ve ne hoşluk ama! Kerberos üzerime
üzerime haykırırken bir hoşluktan nasıl bahsedilebilir ki. Elim kolum
ateşten iplerle bağlı. Dünyanın en acı ilacı zerk edilen damarlarım alev
alev yanmaya başladı. Bağırıyorum ama sesimi duyan yok. Zıplıyor muyum,
tepiniyor muyum, titriyor muyum bilmiyorum. Bedenimin benden bağımsız yeni
ritimler bulmaya çalıştığı belli. Serin bir rüzgâr esti. Sonra kondu göğsüme.
Kirpiklerimden yol bularak yüreğimde rüzgârla buluşan nehir, yavaş yavaş
soğuttu hücrelerimi. Şimdi canım daha az yanıyor.
Hafiften bir sarhoşluk hissi sarıyor ruhumu.
Aralayabildiğim kadar araladım gözlerimi.
Ne karanlık kalmış ne de beni bekleyen bir sandal. Pelerini suya değen o
sevimsiz surat da yok ortada.
Gülümsüyorum karşılık beklemeden...
Sonrası uçan pamuktan bir döşek ve burnumu düşüren hastanelerin o delirten ilaç
kokusu.