Dil üzerine çalışanların belirttiği
“Göstergeler nedensizdir” şeklinde bir yargı vardır. Mesela yazma aracı olan
kaleme neden “kalem” dediğimizin bir nedeni yok, gökyüzündeki pamuğa benzeyen
hava yoğunluklarına “bulut” dememizin gerekçesinden mahrumuz, tane tane, salkım
salkım, enfes görünümüyle asma ağacında arzı endam eden üzüme “üzüm” dememizin
sebebini açıklamaktan uzağız. Yalnızca biz değil dünyadaki bütün dil mensupları
bu durumda.
Kimi kelimelerin sesler, nidalar,
yansıma sözcüklerle oluştuğu bilinse de diğerlerinin nasıl meydana çıktığı ve
nasıl bu forma dönüştüğü net olarak bilinemiyor. Tabii ki değişim süreci var
ancak dil dünyasında neden yer aldığını anlamlandırmak güç.
Kabile milletlerinde geleneklerin
yayılması ve geleceğe taşınması nasıl topluluk içindeki iletişim ve nesilden
nesile aktarımla sağlanıyorsa kelimelerin kalıcı olması da aynı doğal yönteme
bağlı. Diğer milletlerden temel farkı kelime hazinelerinin kağıda dökülmemiş
olması. Bu yüzden tam anlamıyla bir millet özelliğine ve devlet kuracak güce
sahip değiller. Nesiller arası aktarım kesintiye uğradığında kendi dillerini,
benliklerini hatta kimliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaları
kaçınılmaz.
Sözlüğü olan bir millet tarihi süreç
içindeki dil değişimlerini nesilden nesile aktarma fırsatı bulduğu için tarih
sahnesinden silinip gitmeye daha kolay ve daha güçlü karşı koyabilir. Ayrıca
bağımsızlığını ilan etme yolunda önemli bir adım atmış sayılır.
Sözlük; bir milletin dilden dile,
tarihten bugüne oluşan ve yayılan kültür birikimlerinin dile dökülmüş halidir. Milletin
dilinde gezinen iyi kötü, güzel çirkin, eski yeni ne kadar sözcük ve söz
hazinesi varsa sözlükte yaşamaya başlar.
Sözlüğe her kelime girer mi ya da giren
her kelime kullanılabilir mi? Tabii ki hayır! Aksi halde dilimize giren kaba
kelimelerin zihinlerimizi de bulanıklaştıracağı, belli çevrelerde ya da
arkadaşlar arasında kullanılan argo kelimelerin dildeki nezaketi gölgeleyeceği aşikâr.
Amerika’daki kodlama yarışmasını
anlatan bir *filmde, bir öğrenciyle onu yarışmaya hazırlayan eğitmen arasında
geçen diyalogda dikkate değer bir detay var. Bir keresinde eğitmen derse geç kalan
öğrenciye tepki gösteriyor. O da önemli bir işi olduğunu ve onu ekmediğini
söylüyor. Eğitmen bu argo sözcüğü duyar duymaz öğrenciye sözlükte yer almayan
kelimeleri kullanmayacakları konusunu hatırlatıyor. Öğrenci çevik bir hareketle
sözlüğü açıp “ekmek” kelimesini bularak tanımını okuyor ve sözlüğe her sene
yeni kelimeler girdiğini söylüyor.
Buradan her kelimenin konuşmada yer edinmesi
sonucuna varılabilir mi?
Kelimenin sözlükte yer alması yaşaması
için yeterli olsa da kullanılması için gerekçe olamaz.
Sözlük bir milletin kurumsal kimliği
olduğuna göre milletin fertlerine düşen bir sorumluluk da olmalı. Sözlüğün
ayakta kalması ve kelimelerin yaşaması için sözlük edinmek, kelimelerle içli
dışlı olmak, onları usulünce kullanmak, onlara sözlü ve yazılı olarak
hayatımızda yer vermek gerekiyor.
Dil, bir milletin temellerinden biri.
Eğer bu temele sahip çıkmazsak “Bir milleti yok etmeye nereden başlarsınız?”
sorusuna, “Dilinden başlarım.” cevabını veren bilgenin işaret ettiği akıbete
maruz kalmış oluruz.
*Film: Akeelah and The Bee