emel akbaş emel akbaş

Hakkari’de Bir Mevsim: Bir Köy Var Uzakta

Erden Kıral’ın Hakkâri’de Bir Mevsim (1983) filmi, Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi tarafından, Kurukahveci Mehmet Efendi’nin katkılarıyla restore edildi. Ferit Edgü’nün er-öğretmen olarak görev yaptığı Hakkâri’de yaşadıklarından ilhamla yazıp 1977’de yayımladığı “O” adlı romanından uyarlanan film, Hakkâri’nin dağ köyüne sürülen bir öğretmenin burada yaşadığı şaşkınlığı, yalnızlığı ve olgunlaşmayı anlatır. Senaryosu Onat Kutlar’a ait filmin başrolünde, Genco Erkal yer alırken oyuncu kadrosu Erkan Yücel, Şerif Sezer, Rana Cabbar, Erol Demiröz, Macit Koper, Zeynep Irgat ve Berrin Koper gibi usta isimlerden oluşmaktadır. Gösterimi sıkıyönetim tarafından yasaklanan film, 1983’te Berlin Film Festivali’nden Gümüş Ayı ve FIPRESCI ödülleriyle dönmüş ve 1988’de SİYAD’dan En İyi Senaryo ve En İyi Görüntü ödülünü de almıştır.

Neyin cezasını çektiğini henüz bilmediğimiz Öğretmen, hiçbir şeyin olmadığı bir köyde bir mevsim sürgün yaşar. Karısına yazdığı mektuplar aracılığı ile duyabildiğimiz iç sesi bizlere burada yaşadığı şoku, çaresizliği şairane bir dille anlatır. Bir köy düşünün içinde hiçbir şey yok. Ama ölüm var, ölüm çok… Kadın var ama yok, Duygu Asena’nın dediği gibi kadının adı yok. Hikaye gibi ama gerçek. Doğu, ihmal edilmiş, Doğu kendi kaderine terk edilmiş. Bugünlerde okuduğum meclis tutanaklarında da bizzat hükümetlerin itirafında da yer alıyor Doğu’nun ihmali konusu. İnsan var hayali çok, insan var ufku geniş, insan var onurlu, insan var yüreğinden yaralı… Bu köyde çeşit çeşit insan var. Türkçe bilmeyen birinci sınıf öğrencileri ile Kürtçe bilmeyen öğretmenin çaresizliği, kitabı kalemi olmayan öğrencilerin muhtaçlığı… Hakkari’nin karlı dağlarında umut yeşermiyor. O köy bu filmin çekiminden bir süre sonra askerler tarafından yakılmak suretiyle boşaltılmış… Artık öyle bir köy de yok.

1942 tarihinde doğan Kıral; üniversite yıllarında Yılmaz Güney, Bilge Olgaç, Osman Fahir Seden gibi yönetmenlerin asistanı olarak çalışmıştır. Sonrasında reklam filmleri ve belgeseller yönetmiş; çeşitli dergilerde sinema yazıları kaleme almıştır. 1978’de ilk uzun metraj filmi olan Kanal’ı yöneten Kıral, ertesi yıl Orhan Kemal’in aynı isimli romanından uyarladığı “Bereketli Topraklar Üzerinde” filmini tamamladı. 1982 yılında Hakkâri’de Bir Mevsim’i çektikten sonra Berlin’e taşındı. 1984’te çektiği Ayna ile Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarıştı. Takip eden filmleri de gerek ulusal gerek uluslararası film festivallerinde kabul görürken Mavi Sürgün (1993) İstanbul Film Festivali’nde Uluslararası yarışmada Altın Lale kazandı. 2000’lerde de üretmeyi sürdüren Kıral, 2022’de beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrıldı.

Hakkâri’de Bir Mevsim’de ise Onat Kutlar romana sadık kalarak muhteşem bir senaryolaştırma gerçekleştirmiş. Yönetmen Erden Kıral, Türkiye’nin çok unutulmuş, belki hiç bilinmemiş (artık sadece filmle bilinecek) bir Kürt köyünde ıssızlığı, sefaleti, terk edilmişliği öylesine içe dokunur imgelerle göstermiş ki ister istemez sinemanın büyülü bileşenlerini düşünüyor insan. Şükran Yücel’in konuşmasının sonunda öğrendiğimiz gibi, “artık olmayan” bir köyde, bugünküyle kıyaslanamayacak kadar manuel imkânlarla çekilmiş bir film Hakkâri’de Bir Mevsim. Dönemin toplumsal ruhuyla ilgili olarak ötekiye olan duyarlılığıyla Kıral’ın muhtemel ki öncülü, asistanlığını yaptığı Yılmaz Güney sinemasının baktığı yönü gören Erden Kıral sinemasının çok özel bir örneği.

Bana filmi izlediğim duygusunu veren Edgü’nün romanını okumuş olmam mı, filmden yıllar sonra çekilen Fehmi Yaşar’ın biricik filmi Camdan Kalp’le (Genco Erkal ve Şerif Sezer’li kadrosuyla) benzer dokusu mu, ezbere bildiğimi iddia edecek safhaya erişmesem de çok sevdiğim Italo Calvino’nun Görünmez Kentleri’yle bir düş ülkeye gerçekten gitmiş olmam mı… Zihin bu, her yere gider, her şey mümkün, hepsi bir, hepsi farklı. Yeteneği yanında aktör karizmasıyla Erkan Yücel’in oynadığı Halit’in Öğretmen’le diyalogları filmin ve Öğretmen’in ipuçlarını incelikle dokuyor.

Bir hüzün bu kadar mı ‘muhteşem’ olur? Bir perde bembeyazken, karların akı gözümüzü alırken bu denli mi dokunaklı olur? Hikâyenin ve sinemanın gücüyle soluğumuz kesilmiş izliyoruz; kadrajda şimdi kim bilir neredeler köylü çocuk oyuncuların ışıltılı yüzleri, inatla renkli giysileri, “elmacık” yanakları… Doktor yok, Devlet yok, ölüm çok… Ramazan biliyor hiç kimsenin gelmeyeceğini, Öğretmen kurumların görevine inanıyor henüz, bekliyor, Godot gelecek… Halit biliyor, Zazi biliyor, çocuklar biliyor, hepsi biliyor, hiç kimse gelmeyecek. Oramar’da bir ev yapacak Halit, Öğretmen’i de götürecek oraya. Üstüne getirilen kumayla onuru çiğnenen Zazi sırtına vurup bebesini gidecek, çocuklar aşısızlıktan ölmez sağ kalırlarsa onlar da gidecek, karlar eriyince gidecek yerinden mutsuz Öğretmen de herkes gidecek. Medeniyetin bir parçası olan ama elçisi olmamayı seçen öğretmen karakteri, öğrencilerine olmasa bile izleyicisine “gerçekten öğrenilmesi gerekenler”in neler olduğunu hatırlatır.

devamını oku