muzaffer uzunoğlu muzaffer uzunoğlu

Türkçenin Sırları-1

Zaman zaman Türkçenin sanat ve bilim dili olamayacağına dair söylemlere rastlamaktayız. Söylemler, dil kavramının ne olduğunu ve evrensel dil tanımına göre Türkçenin konumunu sorgulamanın ötesinde Türkçeye yetersizlik ithamı içermekte. Bu itham, bilgisizlikle birlikte başka kültürlere öykünmenin sonucudur. 

İki grup var. Birincisi Batı hayranlıklarını dil safhasında bile sergileyen zümre. Onlar tarafından, Avrupa dillerinin popüler oluşundan hareketle o dillerin üstünlüğü anlatılmakta. İkinci grup ise İslamcı gelenekten gelenler. Bu Arapça hayranları Türkçeyi yenmek ülküsüyle dilleri çarpıştırıyor. İki grubun da tezi aynı: Türkçe yetersiz; sanat da yapılamaz bilim dili de olamaz.

Art niyet ve ideolojik saplantılar hariç yabancı dil hayranlığı biraz da nasıl bir hazineye sahip olduğumuzu bilmemekten kaynaklanmakta. Madem Türkçeyi diğer dillerle karşılaştırıp bir ithamda bulunacaklar Türkçenin genel özelliklerini, dünya dil tarihindeki yerini ve söz varlığını bilmek gerek. 

Türkçe; durumlara, eylemlere, nesnelere veya olgulara karşılık gelecek zengin bir dağarcığa sahip ve altı yüz binden fazla söz varlığı mevcut. Bu sayı sadece Türkiye Türkçesine ait. Türk dilinin şive ve lehçeleriyle konuşan akraba toplulukların söz varlıkları bu sayıya dahil değil. Bir de Anadolu’nun farklı yörelerinde kullanılan birçok deyiş sözlüklerde yok. Uzmanlar, bunlarla birlikte Türk dilinin sözcük varlığının milyonu aştığını belirtmekte. 

Peki, Türkçenin söz varlığını neler oluşturuyor?

Türk dilinin söz varlığının ilk unsuru öz Türkçe sözcükler.  Türkçe kadim dillerden biridir. Türk dilinin tarihi geçmişi, uzmanlarca, Çin kaynaklarındaki bilgiler ve dilin kendi tabii gelişim seyrinden yola çıkılarak rahatlıkla Milat’tan önceye kadar götürülebilmekte. Çin kaynaklarındaki Hun Türklerine ait kişi ve yer adları bunun en güçlü delili. Diğer yandan 5 ve 6. yüzyıllara kadar indirilen ilk yazılı Türk metinleri ve 8. yüzyıldaki Göktürk Yazıtlarında kullanılmış olan dil, oldukça gelişmiş ve sanatlı bir dil. Bir dilin muntazam bir metin oluşturacak seviyeye gelmesi için geçirmesi gereken evreleri düşündüğümüzde Türk dil tarihinin çok gerilere gideceği besbelli.

Böylesine uzun bir geçmişi olan Türkçenin ilk zamanlarından bugüne taşıdığı büyük bir sözcük hazinesinin olması o uzun tarihi sürecin doğal bir sonucu. Özellikle eylem türündeki sözcükler, öz Türkçe sözcüklerde önemli bir yer tutmakta. Bugün kullandığımız birçok Türkçe sözcüğün kökü bu eylemlerden oluşmakta.

Sözcük varlığımızın ikinci unsuru yüzyıllar boyunca etkileşim içinde olduğumuz milletlerden alınmış ve zaman içinde Türkçeleşmiş yabancı kökenli sözcükler. 

Türkçe, küçük ve başkalarına mahkûm bir millet dili değil, imparatorluk dili. Tıpkı büyük bir imparatorluk gibi Türkçe de kucaklayıcı, istifade edici, muhataplarının güzelliklerini devşirme yeteneğine sahip hâkim bir dil. Gittiği coğrafyalara kendi dilini götürdüğü gibi bu coğrafyalarda konuşulan dillerden güzel bir ses bulmuşsa onu kendi bünyesine almakta doğal bir kabiliyet göstermiş. Bu, Türkçenin başka bir dilin hegemonyasına girmesi olarak değerlendirilmemeli. Bilakis bu durum, Türkçenin kucaklayıcılığını ve derin ufkunu gösteren bir durum. Nasıl ki fethedilen topraklar sahiplenilmiş onun gibi de başka dillerden beğenilip alıntılanan sözler hançeremize, dil yapımıza uygun hale getirerek Türkçeleştirilmiş. Başka dillerden alıntıladığı birçok kelimeyi gözden geçirip kendi zevkine göre yeniden oluşturmuş. Mesela Arapçadan aldığı “sahih”i “sahi” yapmış, “sahlep”i “salep” diye söylemiş. Bunun örneklerini yer adlarında çokça görüyoruz. Şehirlerin tarihsel birikimleri korunup geçmişine saygı gösterilerek Salakinos, Selanik olmuş; Prusa Bursa’ya, Kerasus Giresun’a evrilmiş. Bir taraftan da Türkçe, kendi kabiliyet ve zevkine göre bu adları yerlileştirmiş.

Farsçadan alınan ser-best kelimesi kendi dilindeki anlamının tam zıttı bir anlamla Türkçeye geçmiş mesela. Kendi dilinde ser, baş; best bağlı, kapalı anlamlarına gelir. Sözcüğün doğrudan çevirisi başı bağlı gibi bir anlamken Türkçeye “herhangi bir kurala bağlı olmayan” anlamında yerleşmiş. 

Türkler, İslam’ın kabulünden sonra Hazreti Peygambere olan sevgilerinden dolayı çocuklarına onun adını vermek istemişlerdir. Ama peygamberin adının ünvansız ve selamsız anılışına gönlü razı gelmemiş, “Muhammed” ismini Türkçeleştirerek yeni bir ad bulmuştur. Bir tarafta istek öbür tarafta düşüncedeki incelik Türkçenin ses kalıplarına uygun başka dillerde olmayan bir İslam adını ortaya çıkarmıştır: Mehmet.

Tüm bunlar, Türkçenin alıntıladığı sözcükleri zamanla kendine benzeterek Türkçeleştirdiğinin göstergesidir.

Türkçenin söz varlığının üçüncü unsuru mecazlaşma gücü. Yani sözcüklerin yeni anlamlar kazanması. TDK Güncel Sözlük’te “çıkmak” eyleminin 54, “kesmek” eyleminin 27, “olmak” eyleminin 25 farklı anlamı var. Bunların bazıları birbirine yakın anlamlıyken bazıları bambaşka anlamlar içermekte. “Bir” sözcüğünün farklı anlam sayısı hiç de mütevazı değil, 11 farklı anlam maddesi var.

Türkçenin ustaları mecazlı anlatımı sanata dönüştürmede oldukça beceriklidir. Benzetme (teşbih), eğretileme (istiare), değişmece (mecaz), ad aktarması (mecaz-ı mürsel), değinmece (kinaye), kişileştirme (teşhis), tersini söyleme (tariz) gibi birçok söz sanatını her şiirde görmek mümkün. O kadar ki günlük hayatta sanat yapma kaygısından uzak bir şekilde Türkçe konuşan herkes mecazlı sözler üretmekte. 

Mecazlaşmayı yani kelimenin yeni bir anlam kazanmasını kolay bir hadise gibi görmek, en naif ifadeyle cahilliktir. Bir kişinin öylesine ben şu sözcüğe böyle bir anlam yüklüyorum deyip kullanmaya başlaması gibi bir durum değil mecazlaşma. Zira kelimenin yeni bir anlam kazanması öncelikle uzun zamanlara vabeste ve en önemlisi de toplumsal bir uzlaşı gerektirmekte. 

Türkçenin zengin söz varlığının dördüncü unsuru sözcük türetme ve birleşik sözcük yapma kabiliyeti.

Türkçe sondan eklemeli bir dil. Tıpkı söz dağarcığı gibi geniş bir ek hazinesine de sahip. Yapım ekleri marifetiyle karşımıza çıkan yeni durumları, nesneleri, olguları karşılayacak sözcükler türetmek hiç de zor değil. 

Bakınız Türkçe, bu türetme işinde doğası gereği o kadar başarılı ki sadece “yet-” fiilinden türetilmiş onlarca sözcük sayılabilir: yeti, yetkin, yetkili, yetkinlik, yetişmek, yetiştirmek, yetişkin, yeter, yetenek, yeterlik, yeterince, yetinmek, yetingen, yetme, yetmez, yettirmek…

TDK Güncel Türkçe Sözlük’te 19 farklı anlamı bulunan “gör-” eylem kökünden de “görüş, görüntü, görünüm, görgü, görgülü, görgüsüz, görücü, görev, görsel, görece, görelik, görkem” gibi birçok kavram türetilmiş.

Bu türetme kabiliyeti üretkenlik sağlamakta ve aynı zamanda problem çözücü bir özelliğe sahip. Örneğin salgın günlerinde gündemimize “bulaş” diye yeni bir sözcük düştü. “Yaygınlaşan bulaşıcı bir hastalığın taşıyıcılar yoluyla başka bir canlıya geçme durumu” anlamına gelen bu sözcük, “bir nesneyi başka bir maddenin içine sokmak” anlamındaki “bula-” fiiline getirilen “-ş” yapım ekiyle türetildi. Böylece günün ihtiyacına uygun bir sözcük ortaya çıktı.

Bu türetme kabiliyeti, evrensel dil tanımında geçen dilin canlı bir varlık oluşunun çok önemli bir delili aynı zamanda. Zira doğmak, çoğalmak canlı bir varlık olmanın gereğidir. İhtiyaç olduğunda türeyen yeni sözcükler dilin evrensel tanımındaki canlılığa denk düşen bir örnek.


*Yazının devamını mart sayısında okuyabilirsiniz.





devamını oku