serhat köklü serhat köklü

Serhat Hoca Rahim Kanseri Olmuş!

Hababam Sınıfı filminin o unutulmaz Melih Kibar bestesi için “Mona Lisa tablosu gibidir” derler: “Komik sahnelerde hızlı hızlı çalar, gülersin; hüzünlü sahnelerde ağır ağır işler içine derinden, ağlarsın! İşte benim anlatacaklarım da tam böyle, gülmekle ağlamak arasındaki o ince kırmızı hat arasında; hem gülüp hem ağlanacak çeşnide…

Sene 2000. O zamanlar Kartal’da Türkçe öğretmeniydim. Mutlu olmasına mutluydum ancak öğretmenliğe başlayalı henüz bir yıl olmuştu ve ben öğrencilerimi çok sevmekle beraber üniversite yıllarımı, arkadaşlarımı, hocalarımı çok özlüyordum. Çözümü bulmam gecikmedi…

2001’in ekim ayında o çok sevdiğim öğrenciliğe geri döndüm, yüksek lisans sınavlarına girmiş ve kazanmıştım. Haftada iki gün Marmara’da öğrenciydim artık; kalan üç gün de kendi okulumda öğrencilerimle beraberdim, Süpermen’in telefon kulübesinde pelerinini giyip kâh bir gazeteciyi kâh bir kahramanı yaşaması kadar olmasa da ikiye bölünmekten kaynaklanan zorluklarla boğuşuyordum kendi çapımda; lâkin keyfime diyecek yoktu, çünkü aynı anda hem öğrenci hem öğretmen olmak yorucu ama eğlenceliydi ve müthiş bir empati imtihanıydı aslında… Zaman sessiz bir sürahi misali akıp gidiyordu bu arada.

“Öğrenciliğim”de ders dönemi kazasız belasız geçip tez dönemi gelip çattı, sonra da savunma tarihi belli oldu, her şey yolundaydı… “Öğretmenliğim”de 6. sınıfların dersine giriyordum, o küçücük yüzlü, yaramaz ama temiz bakışlı öğrencilerimle birlikte, her şey yolundaydı…

Fakat bazen yolunda gitmeyen şeyler de olabilir, uzatmayayım, tezin savunmasına birkaç gün kala bizim vâlideye rahim kanseri teşhisi kondu, Allahtan son evre değildi ve metastaz olmadığı için yayılmamıştı, lâkin acil bir ameliyat gerekiyordu. Öğrencilerim, yaklaşan tez savunması ve annem… Zamansa bölünemez tek parçaydı!

Ve final: 2003 Mayıs’ı… Annemin hastalığı sonrası bir hafta rapor alıp okula gelmemiştim, annemin rahatsızlığını ise öğretmen arkadaşlar biliyordu. Ben okula gelmeyince çocuklar merak edip sormuşlar arkadaşlara; o 6. sınıf telaşıyla, yanlış anlamasıyla, kulaktan kulağa oyunuyla ya da adına ne derseniz deyin benim hasta olduğum yayılıvermiş çocukların arasında… “Serhat Hoca kansermiş, rahim kanseri olmuş Serhat Hoca… Kim dedi ki sana, Erol Hoca dedi oğlum…”  Ders başı yaptığım gün, 6/C’ydi hiç unutmuyorum, Medine’ydi adı çocuğun: “Hocam…” diye ağlamaya başladı birden, “N’oldu Medine, yavrum?” demeye kalmadan “Siz rahim kanseri olmuşsunuz, doğru mu?” dedi. Şöyle bir sınıfa baktım, üç beş çocuğun yüzünde de bin bir derecik akıyordu salya sümüğe karışmış hâlde… O an ne yapacağımı bilemedim. Bir erkeği rahim kanseri olmuş zannetmeleri çok komikti ama benim için rahim kanseri oldu diye ağlamaları da çok duygulandırıcıydı, o yüzden o gün hem güldüm, hem de ağladım tıpkı Mona Lisa’nın iki yüzü gibi… Sonra kendimi toparlayıp işin doğrusunu anlattım onlara, inanır mısınız hâlâ bana inanmayan, şüpheyle bakanlar vardı aralarında… Bu olayı öğretmen arkadaşlara anlattığımda onlar da güldüler, hikâyenin çıkış noktası olan annemse son noktayı koydu aslında: “Evladım, öğrenci duymaz uydururmuş!”  Ha, bu arada annem mi? Atlattı çok şükür, bol limonlu turp kıvamında şimdilerde…


devamını oku