fatma türkdoğan fatma türkdoğan

süje

“Kahretsin! Yine berbat ettin bir çuval inciri. Ne vardı bu kadar heyecanlanacak? Karşı tarafın vekili sana nasıl da bakıyordu savaş kazanmış komutan edasıyla. Eee! Haklı tabii! Bu da bir savaş ve sen yine mağlup oldun... Kara kaplıyı yutmuşsun, savunmanı kusursuz hazırlamışsın neye yarar? Müvekkilinin hakkını koruyamadıktan sonra… Heyecanlanınca parmak uçlarından damlayan su damlacıklarına ne demeli? Yanaklarına düşen kırmızılık, diline vurulan pranga, kalbinde uçuşan kelebekler ve beklenen son… Kızım! Müvekkillerin seni birer birer terk etmeden en iyisi büronu kapat, git evine. Yemek pişirmeyi öğren, nişanlınla evlen. En iyisi bu! Senin neyine avukatlıkmış, mahkemeymiş, davaymış… Dur! Dur! Vazgeçme hemen. Ne oldu senin çelik iradene? Eğilmez, bükülmez azmine? Yok, öyle pes etmek! Başsavcın sana demedi mi Yalım Bey bu işin ehli, derdinin dermanı diye. Mademki çözümü var, durma git üzerine…  Bir an evvel kıyıya hışımla vurup çatlayan deli dalgalar gibi sakinleş, ruhun sükûta ersin…”

 “Niye bu kadar dalgınsın, Karadeniz’de gemilerin mi battı Melis’çiğim? Kahven buz gibi oldu.”

“Heyecanlıyım çok, seans nasıl geçecek acaba?”

“Yanında olacağım tatlım, istersen elinden tutayım. Hem Yalım’a daha yakın olurum.”

“Daha neler! Yalım ha! Neler oluyor Rengin?  Ne bu Yalım malım? “

 Çilli yüzüne çok yakışan kızıl bukleleri parmak uçlarıyla gözünün önünden uzaklaştıran Rengin, kahvesinden bir yudum alıp çapkınca:

“Ne hoş çocuk değil mi?”

 “Ha! O mu? Deli doktorum yani!”

“Sevsinler, deli doktoruymuş! Ayol ben razıyım deliliğe, yeter ki her an yanı başında olayım… Evli mi acaba?  Parmağında alyans yoktu ama.”

“Geç kalmayalım! Gidince sorarsın, hesabı ödedim ben.”

Asansörü beklemeden,  merdivenleri birer ikişer hızla kucaklayıp muayenehanenin ziline dokunduğumuz anda saat tam iki buçuktu. İyice ısıtılmış odaya sinmiş sandal ağacı ve tarçın kabuğu karışımı etkileyici bir koku hemen dikkatimizi çekti. Fonda Mozart’ın Requiem’i çalıyordu. Sekreter bizi gülerek karşıladı:

“Hoş geldiniz efendim, çok dakiksiniz. Yalım Bey sizi hipnoz odasında bekliyor.”

Pek de büyük olmayan odaya hâkim olan tek renk beyazdı. Küçük penceredeki yarı açık bırakılmış şerit perdenin aralığından giren ışık, loş odaya civelek ışıltılar saçıyordu. Rengin’i masanın etrafına konmuş iskemleye oturması için davet eden doktorum hiç vakit kaybetmeden bana dönerek, belli bir açıyla ayarlanmış dişçi koltuğuna benzeyen koltuğa uzanmamı rica etti. Hafif yatar vaziyetteki koltuğa iyice yerleştim. Bir buçuk, iki metre ilerdeki duvara göz hizamın biraz üzerine, orta boy dolap kapağı büyüklüğünde beyaz bir kâğıt, bantla yapıştırılmıştı. Aslında hipnoz tedavisine başsavcımın ısrarcı tutumu üzerine razı olmuştum. Gönülsüz gelmiştim, bakalım neler olacaktı? Merakla ve heyecanla bu işin sonunun nasıl biteceğini bekliyordum. Ben artık “hoş bir çocuk” olan doktorumun talimatlarına amade bir süjeydim… 

“Şimdi size bazı uyarılarım olacak. Lütfen önce gevşeyin ve hiçbir şey düşünmeyin. Düşüncelerinizin tamamını karşınızda gördüğünüz kâğıdın üzerindeki noktaya yönlendireceksiniz. Bu arada aklınıza bir sürü şey gelecek, bunları zihninizden kovup sadece noktaya odaklanın. Düşünceleriniz yine de başka yönlere kayabilir. Yılmadan sadece o noktaya kilitlenin lütfen. Hazırsanız seansa başlayalım.”

“Anladım, hazırım Yalım Bey.”

“Anlaştık, sizi hipnotize ederken çeşitli sorular soracağım. Evet ya da hayır şeklinde cevap verin lütfen. Cevabı net olmayan sorularıma cevap vermeyiniz. Sorumu uygun bir hâle sokup tekrar soracağım. El, kol, mimik, göz hareketleri yapmayacaksınız hiç. Uzanış pozisyonunuzda sizi rahatsız eden bir durum yoksa devam edelim.”

“Sorun yok şimdilik.”

“Harika! Sıra geldi sabit bakışlarınızın odaklanacağı beyaz kâğıt üzerindeki noktaya. Öyle bir bakacaksınız ki vücudunuzda biriktirdiğiniz enerjiniz, önce gözbebeklerinizde toplanacak sonra ışık huzmesi şeklinde o noktayı delip geçecek. Gözünüzden yaş gelirse koy verin gitsin, ağlamak güzeldir… Göz kapaklarınızda ağrı duysanız bile hareket ettirmeyiniz. Başarının sırrı iyi bir ikili olmamızdan geçer, kayıtsız şartsız güven ve inançla başaracağız. Şayet bilinçaltınız söylediklerime direnir, otokritik yaparsa sonuç alamayız. Lütfen endişe ve korkularınızı bertaraf edip bana bırakın kendinizi Melis Hanım.”

(…) 

“Şu anda başlıyoruz. Dikkatlice karşıdaki noktaya bakıyoruz... Daha dikkatli bakıyoruz... Vücudunuzda korkunç bir enerji var. Bu enerjiyi gözbebeklerinizde biriktiriyorsunuz. Şu anda kafanıza binlerce düşünce geliyor... Evet, bunları atıyoruz... Sadece noktayı düşünüyoruz ve yalnız noktaya bakıyoruz... Gözbebeklerimizden fışkıran o korkunç enerjiyi karşıdaki noktaya yönlendiriyoruz. İnançla, azimle bakıyoruz... Durgunlaştınız, yüz ifadeleriniz donup kaldı… Lütfen hiçbir şey düşünmeyin sadece noktaya odaklanın Melis Hanım.”

“Bu tatlı çocuk bir anda nasıl da bildi kafamdan geçenleri… Neler hissettiğimi nasıl da anladı... Bu adamda iş var!  Demek ki boş değil…” 

“Şu anda noktaya daha dikkatli bakmanızı isteyeceğim genç bayan. Daha dikkatli bakınız lütfen! Biraz sonra çok enteresan şeyler göreceksiniz... Nokta hafif hafif titriyor... Gittikçe şiddetleniyor görüyor musunuz? Bakın zikzaklar çiziyor... Şimdi dairesel hareketler çizmeye başladı... Sakın noktayı kaçırmayın... Birazdan noktanın yönünü değiştireceğim. Noktanın döndüğünü görüyorsunuz değil mi?”

 “Gerçekten de dediği gibi. Nokta hareketlendi, dairesel bir şekilde dönmeye başladı. Gevşeme ve itaat zamanı… Hadi bakalım yakışıklı, in çocukluğumun kuyu gibi derin ve sığ dönemeçlerine… Kaybolan çocukça sevinçlerimi geri ver bana. Üzerimden bir türlü atamadığım korkularımı, endişelerimi daha da derinlere göm ki huzura ersin yüreğim…”

“Evet.”

“Noktanın hareketlerini çok iyi takip ediyorsunuz... Şu anda karşıda görmüş olduğunuz kâğıdı ortadan kaldırıyorum, artık göremezsiniz... Kâğıt tamamen kayboldu, duvarla özdeşleşti, karşı taraf bembeyaz... Başka bir şey göremiyorsunuz değil mi?”

“Evet.”

“Gördüğünüz gibi her şey kontrolüm altında. Sakın endişelenmeyin, bana güvenin ve inanın. Şu anda karşıda bembeyaz bir duvar görüyorsunuz. Duvarın rengini değiştiriyorum, hafifçe sararıyor. Bakın, sarının tonu gittikçe koyulaşıyor. Şimdi kavuniçine dönüşüyor... Şu anda kavuniçi zeminin üzerindeki noktanın aşağı doğru olan hareketini takip ediyorsunuz... Nokta aşağı iniyor... Şu anda göz kapaklarınıza büyük bir ağırlık koydum. Gözkapaklarınız bu ağırlığın altında eziliyor ve aşağı çekiliyor... Kurşun gibi bir yük onları aşağı çekiyor. Karşı koymayın,  kendinizi rahat bırakın lütfen. Bırakın kapansınlar. Tamamen kapandı. Artık gözkapaklarınız benim kontrolüm altında. Onları ben söylemeden kaldıramazsınız. Sadece ben izin verirsem kaldırabilirsiniz. İsterseniz bir deneyin bakalım kaldırabilecek misin? Bakın kaldıramıyorsunuz. Korkmayın, endişelenmeyin. Sadece bana inanın ve güvenin lütfen.” 

“Hakikaten göz kapaklarıma ağırlık mı koydu acaba?  Gözlerimi açamıyorum bir türlü. Çok uykum var uyumalıyım, u y u m a l ı y ı m,  u  y  u  m  a  l  ı   y  ı   m.”

“Melis Hanım, şu anda göz kapaklarınızdaki ağırlığı, yüzünüze oradan omuzlarınıza indiriyorum. Fark ediyor musunuz? Bu ağırlık tatlı bir sızı halinde yayılıyor. Şimdi sol kolunuza ve sol elinize indirdim ağırlığı. Sol kolunuz kurşun gibi oldu. Çok ağırlaştı. Aynı şekilde şimdi sağ kolunuz ve sağ eliniz ağırlaştı. Göz kapaklarınız ve kollarınızdaki bu ağırlığı karnınıza, oradan da bacaklarınıza ve ayaklarınıza indirdim. Her yeriniz kurşun gibi oldu. Vücudunuz artık tamamen kontrolüm altında. Ben söylemeden hiçbir hareket yapamayacaksınız. Sağ kolunuzu kaldırmaya çalışın bakalım, kaldırabilecek misiniz? Bakın kaldıramıyorsunuz. Boşuna çabalamayın lütfen. Ben izin vermeden kaldıramazsınız. Şimdi izin veriyorum, artık sol kolunuzu kaldırabilirsiniz. Size güç ve enerji verdim.  Kolunuzu kaldırın lütfen… Harika! Çok güzel! Kaldırdığınız kolunuzu yavaşta indirin şimdi,  evet devam ediyoruz. Sizden on katlı bir bina hayal etmenizi istiyorum. Görebiliyor musun? Şimdi bu binanın ana kapısından girip merdivenlerden çıkmanızı istiyorum. Unutmayın lütfen, çok önemli bir iş için gideceksiniz. Onuncu katta bir hasta var, bu hastaya ilaç götüreceksiniz. Götüreceğiniz ilaç hastanın hayatını kurtaracak, çok çabuk götürmelisiniz. Hazır mısınız?”

“Evet.”

Son süratle çıkın merdivenleri, koşarak çıkın lütfen. Yaşlı kadının yaşaması size bağlı çünkü… Son enerjinizle koşuyorsunuz. Şu anda yedinci kattasınız, sekize çıkıyorsunuz. Çok yoruldunuz. Artık ellerinizle emekliyorsunuz. Bacaklarınızda hiç kuvvet kalmadı. Evet, son merdivenler, son basamaklar... Bakın hasta orada duruyor. İlacı verin, çok yoruldunuz biliyorum ama başardınız. Hastanın hayatını kurtardınız! İleride beyaz bir yatak var. Görüyor musunuz? Yumuşak ve bembeyaz… Çok yorgunsunuz… Şimdi o yatağa yatıp derin ve tatlı bir uykuya varacaksınız. Hazır mısınız?

“Evet”

“Pekâlâ, yatabilirsiniz şimdi. Yorgunsunuz ve çok uykunuz var. Evet uyuyorsunuz. Daha derin uyuyorsunuz. Uykunuz derinleştikçe yorgunluğunuz azalıyor. Gittikçe hafifliyorsunuz. Kuşlar kadar hafifsiniz şimdi. Şu anda çok mutlusunuz değil mi? Bir o kadar da rahatsınız. Aldığınız her nefes sizi daha derin bir uykuya sokuyor… Bu arada bazı sorular soracağım, cevap verin lütfen. Sizi rahatsız eden sorununuz nedir?” 

“Korkularım ve heyecanlarım var.”

“Nedir sizi korkutan ve heyecanlandıran olay anlatın lütfen.”

“Yedi yaşındaydım, birinci sınıfa gidiyordum henüz… Okulumuz eve çok yakındı, ama annem yalnız başıma okula gitmeme izin vermezdi. Lohusa olduğu için, annesi evden çıkamayan arkadaşım Refiye ile beni her gün okula getirip götürüyordu. Refiye çok şeker bir kızdı. Saman sarısı saçları lüle lüleydi. Annesi saçlarını sıkı sıkı örer, kolalı iri başlı kurdelelerle süslerdi. Çilli yüzüne yakışan hokka gibi burnu, uzun kirpiklerinin gölgelediği ışıl ışıl parlayan masmavi gözleri vardı. Çok çalışkandı, o sınıf başkanı ben de onun yardımcısıydım… Bir gün son ders zili çalmış, sınıfın kapısında annemi görememiştim. İki kafadar el ele tutuşup kendi başımıza, oğul oğul okuldan çıkan kalabalığın içine karıştık. Karşıdan karşıya geçmemiz gerekiyordu, evimizin balkonu, camı gözüküyordu durduğumuz yerden. Caddede çok trafik yoktu, uzaktan birkaç araba geliyordu... Birden atıldık yola… Hızlı hareket ettiğimiz ve ellerimiz birbirine kilitli olduğu için bir ara sendeledim… İçi dolu olan sırt çantam sağ tarafıma doğru meyillendi. Dengemi kaybettim, Refiye’yi de sürükledim peşimden… Aniden, hızlıca esen bir rüzgârla birlikte bir fren sesi duydum… Acı frene eşlik eden ve hâlâ kulaklarımda çınlayan feryada koştu insanlar. Kitaplarımız, renkli çubuklarımız, fasulyelerimiz, beslenme çantamız yola saçılmıştı. Refiye ile devrilen motosiklet sahibinin bedenleri birbirine yakın yerlerde kımıltısız yatıyordu. Kımıltısız… Kanlar içindeydiler… Kanlar için… Kanlar… Ah! Sevgili ve biricik arkadaşım Refiye kanlar içinde yatıy… Ezilmişti… Ezilmi…”

“Tutmayın gözyaşlarınızı, serbest bırakın! Serbest bırakın lütfen!”

Birden titremeye ve kusmaya başladım. Gözlerim karardı, yere yuvarlanmak üzereyken tanımadığım bir kadın beni kucakladı, saçlarımı okşamaya başladı... İki ayrı ambülansla ayrıldı, can arkadaşım Refiye ile yolumuz. Melek olup uçtu, melek huylu biricik arkadaşım…

 Bir ay hastanede kaldım. Birkaç kez ameliyat geçti başımdan. Ağrılarım bir yana,  uzun bir süre kekelediğimi, uyuyamadığımı, çok nadir de olsa uyuduğum zaman bağırarak uyandığımı bugünkü gibi hatırlıyorum. O yıl başarısız olup sınıfta kalmıştım. Tedavilerim sonuç verdi bir süre ama… Motosikletlere ve motosiklet kullananlara karşı aşırı bir ürküntü oluştu bende… Çok sevdiğim arkadaşımın kaybıyla özdeşleştirdiğim, çok sevdiğim annemi kaybetme kaygım yüzünden,  anneciğimi bir çanta gibi yanımda taşıdım. Tüm eğitimim boyunca devam etti bu durum. Koca kız oldum, kanun adamı oldum, hatta nişanlandım amma velakin… O anki korku ve heyecan bende kalıcı hâle geldi… Annemi kaybetme korkuma, durup dururken musallat olan heyecan da eklenince tüm dünyam alt üst oldu. İşimle ilgili performansım düştüğü gibi, kendime olan güvenim de sarsıldı. Bu sarmalla kuşatılmış bir hayatın içinde nefes alamıyorum, boğuluyorum. Tüm korkularımdan, tüm endişelerimden kurtulmak istiyorum…”

“Şimdi derin derin nefes alın lütfen, Melis Hanım. Hiç olmadığınız kadar gevşeyin. Bir kuyunun içinde olduğunuzu hayal edin. Kuyunun ağzının yavaş yavaş açıldığını,  her basamağı farklı renklerle boyanmış bir merdivenin size doğru uzatıldığını düşünün. Yavaş adımlarla merdivene doğru tırmandığınızı, merdivendeki tüm renklerin vücudunuza dolduğunu hissedin. Tüm korkularınızdan, tüm endişelerinizden kurtulduğunuzu düşünün… Evet, tüm korkularınızdan, tüm endişelerinizden kurtulduğunuzu düşünün, lütfen… Yavaş yavaş kuyudan çıktığınızı ve papatya tarlasının içinde olduğunuzu hayal edin.  Her sıkıntınız için birer papatya koparın lütfen. Bu benim korkum için, bu benim heyecanım için, bu benim şirin arkadaşım Refiye için diyerek kuyuya attığınızı ve kuyunun kapağını kapattığınızı hayal edin… Yavaş yavaş gözlerinizi açabilirsiniz Melis Hanım…” 

“Bitti mi, ne çabuk?”

“Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?

“Harika! Rahatlamış ve dingin…”

Epey zamandır heyecan ve korkularımla beslediğim ruhumu nihayet azat etmiş, tüy gibi hafiflemiştim… Üçümüz çaylarımızı yudumlarken gözüm, masanın üzerinde duran resim çerçevesinden taşan bir görüntüye takıldı. Yakışıklı bir genç, kırmızı motosikletinin üzerinde bana el sallıyordu. Ben de en tatlı gülüşümle karşılık verdim. İlk kez korkmadan, heyecanlanmadan, terlemeden…”

devamını oku