raşit duran raşit duran

Macır Adem Efendi ve Üçüncü İstasyon

Evin güneye bakan tarafında, uzun servilerin çevrelediği ve asmaların bulunduğu bahçedeki incir ağacının gölgesi altındaki tahta sandalyeden, iki eliyle belinin yanlarından tutarak doğruldu. Birini bekliyormuş gibi uzaklara dikti gözlerini. Kendi kendine, “Demek ben bir mâcırım.” dedi Mâcır  Adem Efendi. Köyde öyle bilinirdi. Köylüler muhacir demek yerine, telaffuzu zor olsa gerek ki, kestirmeden mâcır derlerdi ona. Dârülbeşer isimli köyün yerlisi değildi. Küçük bir çocukken başka yerden göçüp oraya gelmişlerdi. Vakti gelince köyün yerlisi Havva Hanım ile evlenmişti. Tam o sözü söylediği sırada hanımı, elinde, içinde yeşilliklerle dolu, gümüş renkli alüminyum kevgirle, kerpiç evin tahtadan yapılmış, küçük ve yeşil boyalı giriş kapısında belirdi: 

-Hayırdır  Adem Efendi, kendi kendine ne söylenip durun?
-Ben mâcırmışım Havva Hanım.
-Kim dedi?
-O dedi.
-O kim?
-Nuri Efendi.
-Yanlış duymuş olmayasın? “Yolcusun!” demiş olmasın?
-Sahi, yolcusun dedi galiba.
-Ha muhacir ha yolcu  Adem Efendi, ne fark eder ki? Neden şimdi bunu kafaya taktın?

Havva Hanım, mutfağa işine dönerken, tamam anlamında kafasını sallayan, yetmiş birinden bir gün almış  Adem Efendi de kalktığı tahta iskemleye yeniden oturdu. Yönü kıbleye dönüktü. Elleri sanki namazda imiş gibi dizlerinin üstünde, ne kadar oturdu kendi de bilmiyordu. Birkaç gün önce gittiği bir dost meclisinde, kırmızı kaplı bir kitaptan Nuri Efendi’nin kendilerine tane tane okuduğu şeyler gelmiş olmalıydı hatırına: 

“İ’lem eyyühe’l’ aziz!

İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlik’ül-Mülk tarafından verilmiştir.” (Mesnevi-i Nuriye)

Dinlediği şeylerden kendince dersler çıkardı: “Yolculukta, mola verilen istasyonlar varmış. İnsan denen yolcunun birinci istasyonu çocukluk, ikinci istasyonu gençlik, üçüncü istasyonu ihtiyarlık, dördüncü istasyonu… Burada dur hele. “

Köye nasıl getirildiğini bile tam olarak hatırlamayan Mâcır Adem Efendi’nin aklına, durup dururken nereden gelmişti bu yolculuk meselesi. Yaşının yetmiş bire girmiş olmasından veya yolculuğun üçüncü istasyonuna gelmiş olmasından mı? E zaten yetmiş yıldır yolculuk hali devam etmiyor muydu? Yoksa yolculuk, yetmişinden sonra hız mı peyda etmişti? Kafasında onlarca sual ile iskemlede otururken hanımının ikinci defa seslenişiyle kendine geldi: 

-Adem Efendi, sana ıhlamur yaptım.
Sağ yanındaki örtüsüz tahta masaya bıraktı kulplu ve büyük ıhlamur cam bardağını. 
-Sağ ol, hanım.

Havva Hanım tam dönüp gideceği sırada, “Hanım, biz kaçıncı istasyondayız? Çıkın hazır mı?” dedi Adem Efendi. Çıkın dediği, azığın konduğu bez torbaydı. Hanımı şaşırmıştı. “Ne istasyonu efendi, ne çıkını?” Sonra, ancak kendisinin duyabileceği bir sesle, “Hayırdır inşallah, Mâcırın kendinden evvel hafızası çıkmış yolculuğa.” dedi. Yolculuk, istasyon, çıkın…  Üç bilinmeyenli denklem gibi. Yetmişinden bir gün alan Havva Hanımın da kafası karışmaya başlamıştı. O da bu üç kelimeyi mırıldanarak girdi küçük yeşil tahta kapıdan içeri: “Yolculuk… İstasyon…. Azık çıkını…”

-Nuri Efendi’ye gitmem, bunları sormam lazım, dedi.

Hızlıca üstüne bir şeyler alıp, incir ağacının altında, kıbleye karşı, elleri dizleri üstünde öylece oturan Mâcır Adem’e hiçbir şey demeden, Nuri Efendi’nin evinin yolunu tuttu. Köy camisinin dibindeki yoldan karşı dar sokağa sapıp, bahçeli küçük eve ulaştı. Kapıya varınca, evin hanımı Emine’ye seslendi: “Emine Hanım!” Evin küçük, siyah boyalı demir cümle kapısına gelen hanım, 

-Buyur Havva Abla. 
-Nuri Efendi evde mi? Bir şey soracaktım.
-Evde, buyur gel.

İçeri beraber girdiler. Tıpkı  Adem Efendi gibi yetmiş birine girmiş Nuri Efendi sedire oturmuş, gözlüğünü takmış, elindeki kırmızı kaplı kitabı okumaktadır.  Havva Hanımı görünce, kitabını kapatıp ayağa kalktı.

-Havva Hanım hoş geldiniz, buyurun, diye karşısındaki ahşap sedirde yer gösterdi.
-Hoş bulduk efendi, sizi fazla meşgul etmeden meramımı anlatayım. Bizim  Adem Efendi’ye bir haller oldu. Korkmaya başladım. Durmadan, ‘yolculuk, istasyon, çıkın’ deyip duruyor. Allah aşkına nedir bunlar?

Meseleyi hemen anlayan Nuri Efendi, tebessüm ederek, Havva Hanıma korkmaması gerektiği söyledikten sonra, elindeki kırmızı kapaklı kitabı tekrar açtı, “Hele otur.” dedi. Mâcır Adem’in de bulunduğu dost meclisinde onlara okuduğu şeylerin aynısı tane tane ona da okudu. Havva Hanım yeniden dünyaya gelmiş gibiydi. “Yolculuk, istasyon, azık” denklemi çözülmüştü.

-Hay Allah senden razı olsun Nuri Efendi.  Az daha Mâcırın aklını kaçırdığına hükmedecektim.
Bu sefer, üçlü denklemi mırıldanma sırası Havva Hanıma gelmişti. “Yolculuk… İstasyon… Azık” diye diye evine, Mâcırın yanına döndü. Adem Efendi hâlâ oturduğu yerdeydi. Yanına vardı, sağ elini sağ omuzuna koydu:

-Adem Efendi! Üçüncü istasyondayız, hadi kalk!

devamını oku