heybet akdoğan heybet akdoğan

Bitmeyen Arayışın Savaşı

İmkânlar isteklerimizle birlikte o kadar ilerliyor ki, zamanın bile dengesi bozuluyor. 


Biz insanlar, zaman kavramını unutalı çok oldu. Bunu zamanın kendi dengemizi zorladığından anlıyorum. 


İsteklerimiz, bizi doğadan ve doğal olandan çok uzaklaştırdı. Bu yüzden bizler de artık doğal değiliz. 


Gülüşlerimizdeki sönmüş sıcaklıktan, konuşmalarımızda imalarla noktalanan cümlelerden anlayabiliyorum. 


İsteklerimiz bizimle, biz isteklerimizle rekabet hâlindeyiz. Hâliyle kendimizle de rekabet halindeyiz. 


Bir yerlere doğru koşuyoruz. Önceden bir yerlere doğru yürürken, şimdi kendimizi koşmak zorunda hissediyoruz. Koşmasak, ezileceğiz  hissine kapılıyoruz. Koştukça en çok geride kalanlar yine bizler oluyoruz. 


Bir yerlere varmak isterken yolun sonunu göremiyoruz. Bu yüzden zaman çok hızlı geçiyor. Hızlı geçen zaman içinde düşünemiyoruz, duygulanamıyoruz. Duygulansak, kendimizi acınacak hâlde görüyoruz.


Yoruluyoruz… Dinlenmek istesek, çok şeyler kaybedecekmişiz gibi; dinlenmiyoruz. Bir an endişelere kapılıyoruz. Korkular sarıyor tüm benliğimizi. Tüm bu olanlara bir cevap bulmak istiyoruz. Cevaplar bulmak isterken, sanki birilerine hesap vermemiz gerektiği hissine kapılıyoruz. Cevap/ cevaplar bulamadan koşmaya devam ediyoruz. Koştukça insan olduğumuzu unutup arzularımızın kölesi oluyoruz. Arzularımızın kölesi olurken de birilerinin amaçlarına daima hizmet ediyoruz. 


Bir insana aşık olurken, sevgiden önce isyanlarımız alevleniyor. Aşık olduğumuz insandan sanki alacaklı gibiyiz.  


Kaybettiklerimizi, korkularımızı ve kaygılarımızı aşık olduğumuz kişide arayıp, gidermeye çalışıyoruz. 


Aşık olduğumuzu severken, eksikliklerimizi görüp, sinirleniyoruz. Sinirlendikçe sevdiğimiz insana egemen olmaya çalışıyoruz. Sahiplenmeye çalıştığımız sevgilimizi sıkmaya gayret ediyoruz. 


Korkularımız çoğalıyor… Aşık olduğumuzu kaybedeceğiz sanki.  Kaybetmemek için  çırpınırken, içimizdeki sevgiyi kaybedip, aşık olduğumuz insanı aldatmaya başlıyoruz. En sonunda sevdiğimizi kaybediyoruz. Sonra yeniden sevilmek için korkularımızı büyüterek bekliyoruz, sevmek-sevilmek istiyoruz. 


Bize değer verenleri çoğu zaman önemsemiyoruz. Genellikle acımasız ve alaycı insanlarla oturmayı, gezmeyi, konuşmayı tercih ediyoruz. Böyleleri bize daha ilgi çekici geliyor. 


Hayattan yana yaralıyız. Kalbimiz acıyor. Gülüşlerimizde biraz öfke, dilimizin altında küfür nöbetinde kelimeler birikiyor. 


İntikam almak istiyoruz. O kadar intikamı alınacak yaramız var ki... Bu yüzden bir türlü; arkadaşlığa, dostluğa, aşka sıra gelmiyor. Bunun için bize değer verenler bir türlü yanımızda olamıyor. Bizi en çok sevenleri ertelememiz bundan. 


Savaşımız bitmiyor.  Savaşmaya devam ediyoruz. Savaştıkça yalnız kalıyoruz. Yalnızlaştıkça daha çok hırslanıyoruz. Günü gelip yenilince de, bize değer verenlerin  bir tebessümüne muhtaç oluyoruz. 


Birçoğumuz ayrı dünyaların insanlarıyız. Hepimizin farklı düşünceleri ve duyguları var. Oysaki aynı dünya içerisinde yaşıyoruz. Dünyanın neresinde olursak olalım aynı havayı teneffüs ediyoruz. 


Sadece severken aynı insanlar olduğumuzu hatırlıyoruz. Yalnız acı çekerken aynı yüreğe sahip olduğumuzu anlıyoruz. 


Farklı dillerin, farklı ırkların, farklı dinlerin ve bambaşka dünyaların insanları olsak da ancak ölürken her şeyden önce insan olduğumuzu kabullenebiliyoruz.

devamını oku