neslihan karahan neslihan karahan

Zamansal Soyutluk

Aysel mesai saati içinde beni aramıştı o gün.

Günün yorgunluğunu dost muhabbeti ile gidermek için çay içmenin iyi bir fikir olduğunu düşündüğünü söylemek için... Kararlaştırdığımız yere benden önce gelmişti. Bir şeyler atıştırdık birlikte. Beraberce adımlarımızı arşınlarken, işte tam da burası diyebileceğimiz yerli yerince sokağın en nadide köşesinde ikame etmiş çok şirin, küçük bir çay bahçesi göz kırpıyordu bize. İhtişamını ta ötelerden dahi esirgemeyen, otantik bir havası vardı doğrusu. Daha içeri adımımızı atmadan buram buram nargile kokusunu solumamak söz konusu bile olamazdı. Nargile kokusu eşliğinde teneffüs ederken ağır adımlarla oturacak yer arıyorduk. Nostaljik müzik çalan video sahneleri eşlik ediyordu bizi karşılamaya...

Pencere kenarı ideal duruyordu, hatırı sayılır bir muhabbete... Aysel ile gözlerimizin birbirine tastiklercesine bakışıyla, karar verdik o masada oturmaya. Çay kaşıklarının sesleri birbirine eklene eklene konuşmalar dolaşıyordu yan masalardan. Kimi masa üç beş kişi, kimi masada iki kişilik bir an’a sahne oluyordu. Yan masada tek başına oturan bayan vardı bir de. Çayını yudumlarken ara ara, bir şeyler okuyordu elinde ki dergiye benzer bir şeyden. Nostaljik müzik videoları hala yerini koruyordu masaya oturduğumuzda. Ve arada da havayı çeşitlemek için farklı videolar eklemişlerdi slaytlara. Bir video, burçların mutlu olma sürelerine yönelikti. Her burcun bir durumdan duyduğu mutluluğunun zamansal dakikayla sınırlı olduğunu ilk defa duyuyordum doğrusu. Her ne kadar ütopik bir video olsa da benim burcumu yazmamışlar diye şakayla karışık olsa da hayıflandım.

-Yok, artık ya! Burada bile burcumu yazmamışlar. Dünyalı olduğuma şüphe duyacağım neredeyse. Bu kadar yokluğun yoku bana mı denk gelir yahu, diye söyleniyordum, arkadaşımla muhabbet esnasında.

Yokluk felsefem sadece bu videodan ibaret değildi elbette. Oturduğumuz yan masadan, benim sözlerime kulak misafiri olan bir hanım, alternatif cevap şıkkı sundu bana. Önce sıcak tebessümünü göz bebeklerine yansıtarak başladı söze:

-Belki de sizin burcunuz bu videodaki sınırlandırılmış dakikalar kadar kısa sürede mutluluğu yakalayamıyordur, dedi. Belki uzun uzun saatler, yıllar gerekli mutlu olmanız için, diye devam etti. Gülüştük. Ve ben sözü alınca, seçenekler devam etti. 

- Aslında belki de benim burcum mutluluğu sınırlandırılmış yaşamıyor olabilir. Hayatın sınırlı çerçevesine bir de mutluluğu sınırlandırmak hiç olası değil doğrusu, deyince; arkadaşım, o esnada onaylama babında, çayını yudumlamak üzereyken başını hafif öne eğerek sözümü tasdik etti. Ne de olsa birbirimizin karakterini tanıyorduk. Muhabbet kıvamı yoğunlaştı da yoğunlaştı. Keskin bir Türk kahvesi kokusu salonu sarınca, göz göze olan bakışlarımızı istemsiz şekilde ayırarak etrafı saran kahve kokusu gelen yöne çevirdik. Kahve servisi yapan garsona birer kahve de biz sipariş verdik. Hee, bu arada o hanım yan masada değildi artık masada bizimle oturuyordu. Adının ‘‘Gülden’’ olduğunu öğrendiğimiz hanım ile kahvelerimizi içerken farklı konulara da değindik beraberce. Artık yavaş yavaş kalkalım dedik. Muhabbete iştiraki için Gülden Hanım’a teşekkür ettik ve vedalaştık.

Dışarı çıktığımızda sağ tarafımdaki saksıda akşam çiçeklerinin açmış olduğunu fark ettiğimde anladım saatin ilerlediğini. Nasıl da göreceli bir kavramdı şu zaman mefhumu. Nitelikli zaman, sohbet soyutluyordu zamandan insanı. İşte o a, okul yıllarına ışınlandığımı hissettim. Hocaların tahtada bize “Einstein’in İzafiyet Teorisini“ izah ettiği yıllar film şeridi halinde canlandı gözümün önünde. Teorinin pratiğe dönüşmüş halini yaşamış ve kavramıştım bu zamanın nitelikli geçme versiyonuyla. 

Nitelikli geçen zaman, insanın zamandan soyutlandığı, zamanın geçtiğini anlamadığı; niteliksiz zaman ise, az  bir zaman olsa dahi saatlere menfi duyguları kastığı, bitmeyecekmiş gibi hissettirdiği yaşamın dakikaları imiş.

devamını oku