raşit duran raşit duran

Nostaljik Çağrışımlar

İnsan bazen bir söz duyar, bir yazı yahut kitap okur ya da bir türkü veya şarkı dinler, bir film seyreder, bir resim görür, bunlar onu alır, taa eski yıllara –belki çocukluğuna- götürür. Zihin dünyasında bambaşka çağrışımlar yapar. Hayal dünyasında süratle konaktan konağa seyahat eder. Kâh hüzünlenir kâh neşelenir. İnsan budur; bir kararda duramaz.

Çocukluk ve gençlik yıllarımın bir Anadolu ezgisinde halk ozanı şöyle der:

“Bir kararda durmayalım

Gel gidelim dosta gönül.”

Her gönül, bir başka dost gönül arar.

Meselâ, köyde doğup büyümüş birisi olarak ben, öyle biriyim. Hayalen ve fikren eski zamana çabuk giderim. Çocukluğumdaki köyü, sokakları turlar, eski zamanların eskimeyen insanlarını hayalimde yâd ederim. Film şeridi gibi derler ya, öyle geçerler gözümün önünden. Hayal hanemin duvarında asılmış görürüm, siyah beyaz eskimiş, kasketli resimlerini.

Suya hasret kalmış, çatlamış toprak üzerine hani birden yağmur yağar da damlalar düştüğü ilk dakikadan itibaren ortalığa mis gibi toprak kokusu yayar ya… Toprağın o kendine özgü kokusu bile insanı alır, geçmişe götürür. Ben kendimi, işte böyle bolca toprak kokuları almış şanslı insanlardan sayarım. Toprağı da kokusunu da severim. 

Medya deyince, aklımıza gazete ve radyonun geldiği dönemde, hemen her evde bir radyo bulunurdu. Anadolu’nun her köşesinden ezgiler yükselirdi. Türküler, şarkılar bizi söyler bizi anlatırdı.  Yurttan Sesler, Solo ve Koro Türküler, Türk Sanat müziği, Türk Hafif müziği, Şarkılar, Arkası Yarınlar, her cuma sabahı radyodan dinlediğimiz Köroğlu Destanı ve daha neler neler. Yozlaşmanın değil kendisi, kokusu bile henüz köyün sınırlarına ulaşmamış, insanlar bugünkü kadar yozlaşmamıştı. Şimdilerde iki elin parmakları sayısınca da olsa numunelik yaşayan köylüler vardır oralarda. Onlara rast gelir, konuşmalarına kulak verirseniz, eskimeyen eskilere dair neler neler duyarsınız.

Evet, kabul etmek gerekir ki, yokluk yıllarıydı yaşadığımız o eski günler. Hayat, zahmetli ve meşakkatliydi. Ne var ki, bunca zahmetin içinde huzur ve mutluluk esintilerini iliklerimize kadar hissederdik. Hatta huzurun tecessüm ettiğini gözümüzle görür, kulaklarımızla duyar, uzatsak, ellerimizle tutar gibi olurduk. Demek “zahmette rahmet vardır” sözü, bir hakikatin ifadesiymiş. Bu sözün ifade ettiği anlamı şimdilerde çok daha iyi anlıyorum. Hem dünü hem de bugünü yaşamış bir insan olarak.

Ya bugün? Maddi-manevi pek çok sıkıntılar yaşamakla birlikte, düne oranla, varlık yıllarını yaşadığımızı söyleyebilirim. Ama, dünkü yokluk içinde bulduğumuz huzuru, bugünkü varlık içinde bulabildiğimizi söyleyebilir miyiz? Şahsen ben, söyleyemem. 

İtiraf edeyim ki, sosyal yaşantı olarak, (maddi anlamda) dedelerimizin, ebelerimizin ve kısmen babalarımızın imkanlarıyla kıyas edilmeyecek bir yaşam ortamındayız. Fakat bu yaşantı ve imkân içinde, onların huzur ortamını yakalayabildiğimizi söylemek -bana göre- çok da gerçekçi gelmiyor.  Peki, size?

devamını oku