fatma atıcı fatma atıcı

postiş

Saate baktım öğleden sonra üçü gösteriyordu. Hala pijamalarımı çıkartmamış, üzerimde battaniye, uzandığım koltukta kanallar arasında gezinirken bir zamanlar benim de severek dinlediğim bir pop müzik sanatçısına denk geldim. Çoğunlukla yapacak daha iyi bir şeyi olmayan ya da bunalımlı kadınların izlediğini düşündüğüm öğleden sonra kuşağı programlarından birisiydi. Alt yazıda “Aldatmanın ve Aldatılmanın Her Yönü” yazıyordu. Dikkat kesilip hızla doğruldum. Sunucu “Aldatıldığınızı nasıl anladınız?” diye bir soru yöneltti bizimkine. Anlatmaya başladı. Çok rahattı, üzgün görünmüyordu. Eskilerden bir hikâye naklediyor gibiydi ve bütün bunlar koyu kırmızı rujundan daha fazla dikkatimi çekmişti. Burnumu çektim, sağlam yeri kalmamış mendilimi sıkıştırdığım cebime gitti elim. 

“Ara sıra birlikte kaldığımız bir evimiz vardı. Anahtarlarından birisi bende diğeri de onda bulunurdu. Evde olduğunu tahmin ettiğim bir gün çiçek ve pizza alıp ona sürpriz yapmak istedim. Asıl sürprizi onlar bana yapacaklarmış haberim yokmuş,” derken gülümsüyordu ve ben onun olan biteni anlatırken keyifli görünmesine gıcık olmuştum. 

“Salak kadın!” diye geçirdim içimden… Olanlardan gurur duyuyor gibi bir hali vardı. Gözlerimi ekrandan ayırmadan el yordamıyla sigara paketini ararken fincanın dibinde kim bilir kaç saat öncesinden kalmış olan çayı devirdim. Öfkemden nasibini alan yine o kadın oldu. Üstelik pakette yalnızca bir tane sigara kalmıştı. Halıya dökülen çaya aldırmadan sigaramı yaktım. Kül tablasının içinin tıklım tıklım dolu olduğunu görmek ise sinirlerimi büsbütün bozmuştu. Kim kalkıp boşaltacaktı şimdi onu? 

“Anahtarla kapıyı açıp içeriye girdiğimde ortak bir arkadaşımızla oldukça samimi bir şekilde mısır yiyerek film seyrediyorken buldum onları. Üstelik film ne zamandır birlikte izlemek istediğim bir aşk filmiydi. Pizza paketini halının üzerine fırlatıp çiçekleri kadının kafasına çarptım.  Dumura uğramış, öylece bakakalmışlardı. Sevgilime bende olmayıp da onda olan neydi diye sordum. Onun üç tane mi m.…. var!!!” 

Gayrı ihtiyari uzandığım yerden elimi göğsüme götürdüm. Sol tarafımda bir sızı hissettim. Eda’nın uzun, gür, sarı saçları geldi aklıma. Üstelik de zengin kokonalarının bir tomar para verip lüks güzellik salonlarında yaptırmaya çalıştıkları fakat hiçbir zaman tutmayan su dalgası permalı gibiydiler. Bu soruyu yani” benden ne fazlası var” sorusunu kendime sorduğum zaman ilk aklıma gelen o saçlar olmuştu ama son aklıma gelen de onlardı. Yani başka da bir üstünlük göremiyordum aramızda. Allah biliyor ya, ben de öyle uzun gür ve dalgalı saçlarım olsun istiyordum. Bunun için kuaföre bile gitmiştim. Ama on üç yaşından beri bir türlü peşimi bırakmayan migren ağrıları, gerilim tipi baş ağrıları, kronik sinüzit ağrıları ve miks tip baş ağrıları sebebiyle saçıma postiş takılamayacağını öğrenmiş ve küfür ederek oradan uzaklaşmıştım, tabii içimden… Şu dünyada özendiğim bir şey varsa o da sarı, uzun, gür ve dalgalı saçlardı ama o da bana çok görülmüştü.

Bütün bunları düşünürken sunucu kadının, konuğunun telaffuz ettiği o ayıp kelimeden rahatsız olduğu ve etrafına bakındığı da dikkatimden kaçmamıştı. Bizimki iyice keyiflenmişti. Kazandığı büyük bir ödülden bahsediyor gibiydi. “Cevap vermesini beklemeden anahtarı da suratına fırlatıp çıktım evden,” dedi.

Sigara almak için dışarı çıkmam gerekiyordu. 

Sokak ıslaktı, gözlerim ıslaktı. 

Yolda karşılaştığım her erkek ve kadın potansiyel bir aldatıcı idi. 

Aldatılanlar ise evde bir battaniyenin altında televizyon seyrediyor, sigara, kahve ya da çay içiyor, yanlarında mutlaka kâğıt mendil bulunduruyor olmalıydılar. Eğer evde değillerse bir güzellik salonunda saçlarını sarıya boyatıyor ya da postiş taktırıyor olabilirdiler.

Serkan şu anda Eda’nın yağmurdan ıslanan saçlarını elleriyle tarıyor bile olabilirdi. Belki de onları birlikte gördüğüm kafede salep içiyorlardı. Eda salep severdi. Salep mutluyken içilen bir şeydi. 

Serkan’ın telefonunda Eda ile randevulaştıkları mesajı görmemiş olsaydım, sıradan bir gün geçiriyor olabilirdim. Yan yana oturdukları koltuğa arkadan sessizce yaklaşıp Eda’nın saçından bir tutam kesmeseydim… Serkan ile sinemada film seyrediyor olabilirdik ya da Eda ile kahve içip fal bakabilirdik. Eve döndüğümde tuvalete zor yetişmiş ve içimde ne var ne yok çıkartmıştım. 

Küvete girip suyun sıcaklığına bıraktım kendimi. Yeryüzündeki bütün kirleri oracıkta aklamak, yaşadığım ve değiştirmemin mümkün olmadığı bütün ağırlıklardan arınmak istiyordum. 

Omuzlarıma ulaşmaya çalışan ve kedi tüyünü andıran incecik koyu kestane saçlarımı gelişigüzel kestim. İşte şimdi olmuştu. Artık bergamotlu sıcak bir çayı hak etmiştim. Üstelik küllüğüm temiz ve sigara paketim doluydu. O salak kadının konuk olduğu program da bitmişti. Vakit akşam haberleri vaktiydi.                                               

Ve kim ne derse desin aldatılmak huzurlu ve ıslak bir şeydi.

devamını oku