mavi yakut

Noel’den iki gün sonra, yeni yılını kutlamak için arkadaşım Sherlock Holmes’u görmeye gittim. Onu, üzerinde mor bir robdöş, bir kanepenin üzerinde uzanmış, dinlenirken buldum. Bir yanında piposu, diğer yanında da yeni incelendiği belli olan buruşmuş sabah gazeteleri vardı. Koltuğun yanında tahta bir sandalye ve arka taraftaki askıda giyilemeyecek kadar yıpranmış, eski püskü bir şapka duruyordu. Sandalyenin üzerinde bir büyüteç ve forseps vardı, muhtemelen onları incelemesi sırasında kullanmıştı.

“Meşgulsün Holmes” dedim; “Sanırım rahatsız ettim.”

“Pek öyle sayılmaz. Elde ettiğim sonuçları tartışabileceğim bir arkadaşım olduğu için çok memnunum.


Bu çok havadan sudan bir konu,” (başparmağını aniden eski şapkaya çevirdi.) “Ama onunla ilgili çok ilginç ve açıklanması gereken birkaç nokta var. Buz kristalleriyle kaplı camların çevrelediği oda biraz soğumuştu, bu yüzden alev alev yanan ateşin önündeki koltuğa oturup ellerimi ısıttım. “Bu şapkanın tıpkı göründüğü gibi, ölümcül bir hikâyeyle bağlantısı olduğunu sanıyorum ve bu şapka esrarengiz bir olayın ve bir suçun cezasının açıklığa kavuşmasında sana yol gösterecek” dedim.

“Hayır, hayır. Ortada suç falan yok,” dedi Sherlock Holmes gülerek. “Sadece bunca insanın bir arada yaşadığı bir şehirdeki ufak kazalardan biri. Bu kadar çok insanın arasındaki etkilenmenin sonucu olarak her türlü hadisenin olması mümkün. Tabii ki bu hadiselerin birçoğu suç teşkil etmeyen ama yine de ilgi çekici ve tuhaf şeyler. İşte bu da böyle bir olay.”

“Tıpkı daha önceki birkaç olay gibi,” dedim. “Son altı olayın üçü de hiçbir suç unsuru taşımıyordu.”

“Doğru. Söylediklerin bana Irene Adler macerasını, Bayan Marry Sutherlend’in tuhaf durumunu ve ‘sarkık dudaklı adam’ın hikâyesini hatırlattı. Bu önemsiz hadisenin de aynı masum kategoriye konabileceğinden eminim. Komisyon üyesi Peterson’u tanıyor musun?”

“Evet.”

“Bu macera onunla ilgili.”

“Yani bu onun şapkası.”

“Hayır, hayır; o sadece şapkayı bulan kişi. Şapkanın sahibi belli değil. Senden şapkayı basit bir şeymiş gibi değil de ciddi bir muammaymış gibi incelemeni istiyorum. Önce onun buraya nasıl geldiğini sana anlatayım. Şapka Noel sabahı kocaman bir hindi eşliğinde buraya geldi, hindi şu anda muhtemelen Peterson’un ocağında kızarıyordur. İşte hadise bundan ibaret. Noel sabahı saat dört civarında, çok dürüst bir adam olan Peterson arkadaşlarından ayrılmış, eve gitmek üzere Tottenham Court yolunda yürüyordu. Gaz lâmbalarının aydınlattığı yolda omzunda bir hindi olan, hafif sendeleyerek yürüyen, uzunca bir adam gördü. Goodge Caddesi’nin sonuna geldiğinde o adamla birkaç serseri arasında kavga çıktı. Serserilerden biri adamın şapkasını alınca adam kendini savunmak için bastonunu kaldırıp adamın kafasına doğru savurmaya başladı ve hemen arkasındaki mağazanın camlarını aşağı indirdi. Peterson, adamı saldırganlardan kurtarmak için atıldı ama camı kırmanın şokunu yaşayan adam kendine doğru koşan üniformalar içindeki memuru görünce elindeki hindiyi düşürüp son sürat koşmaya başladı ve Tottenham Court Yolu’nun arka sokaklarında gözden kayboldu. Peterson’u gören serserilerde hemen oradan kaçtı. Böylece Peterson savaş alanının tam ortasında bu eski şapka ve Noel hindisiyle öylece kalakaldı.”

“Ve onları sahibine geri vermek istedi.”

“Sevgili dostum mesele de bu işte. Hindinin sol ayağına iliştirilmiş olan kartta ‘Bay Henry Baker için’ diye yazıyordu ve bu şapkanın içinde de ‘H.B’ harfleri var ama bu şehirde binlerce Baker ve birkaç yüz tane de Henry Baker vardır. Doğru adamı bulup emanetlerini ona geri vermek o kadar kolay olmayacak.”

“Peki, Peterson ne yaptı?”

“En küçük problemlerin bile beni ne kadar ilgilendirdiğini bildiği için, hindiyi ve şapkayı Noel sabahı bana getirdi. Hindiyi bu sabaha kadar sakladık ama bozulmaması için artık yenmesi gerekiyordu. Noel yemeğini kaybeden adamın şapkasını incelemeye devam ederken, Peterson da hindiyi kaçınılmaz sonuna doğru yolculuğa çıkardı.”

“Gazeteye ilan vermedi mi?”

“Hayır.”

 

“Öyleyse adamı nasıl bulacaksınız?”

“Sadece tahmin yürüterek.”

“Şapkasından mı?”

“Tabii.”

“Şaka yapıyor olmalısın. Bu eski püskü fötr şapkadan neye ulaşabilirsin ki?”

“Büyütecim burada. Yöntemimi biliyorsun. Bu şapkanın sahibi nasıl biri olabilir söylesene?”

Eski püskü şapkayı elime alıp umutsuzca inceledim. Alışıldık ebatlarda, son derece sıradan siyah bir şapkaydı ve kullanılamayacak kadar berbat durumdaydı. Kenarlarında kırmızı ipek vardı ama büyük bir bölümü renksizdi. İmalatçısının adı yazmıyordu ama Holmes’un de söylediği gibi iç kısmında ‘H.B’ harfleri vardı. Kenarında delikli bir şapka koruyucusu vardı ama kenardaki elastik kısım aşınmıştı. Bunların dışında, şapka buruşmuş, son derece tozlu ve birçok yeri lekeliydi. Birisinin bu lekeleri mürekkeple kapatmaya çalıştığı belliydi.

“Hiçbir şey göremiyorum,” dedim şapkayı arkadaşıma verirken.

“Tam tersi Watson, her şeyi gördün. Gördüklerini anlamlandıramadın o kadar. Tahmin yürütme konusunda çok ürkeksin.”

“Öyleyse lütfen bana bu şapkadan neler anladığını anlatır mısın?”

Holmes onu aldı ve kendine has inceleme tarzıyla şapkaya bakmaya başladı. “Olması gerekenden daha az fikir verici olduğu bir gerçek,” dedi. “Yine de biraz fikir veriyor. Muhtemelen adam çok entelektüel biriydi, bu şapkanın görünüşünden belli. Ayrıca son zamanlarda kötü günler yaşıyor olsa bile üç yıl öncesine kadar oldukça varlıklıymış. İleri görüşlü biri olmasına rağmen son günlerdeki kötü gidiş onda ahlakî açıdan bir zayıflamaya neden olmuş. Belki de içki gibi kötü bir alışkanlığın pençesinde. Bu nedenle de karısı artık onu sevmiyor.”

“Sevgili Holmes! İnanamıyorum!”

“Yine de, hâlâ kendine güveniyor,” diye devam etti benim itirazıma aldırmayarak.” O, yerleşik bir hayatı olan, çok az dışarı çıkan, spor yapmayan orta yaşlı, son birkaç gün içinde kesilmiş kır saçları olan ve kırları kapamak için saçlarını boyayan bir adam. Bunlar şapkadan anlaşılabilecek çok açık gerçekler. Ayrıca evinde gaz lâmbası kullanmadığını da söyleyebilirim.”

“Gerçekten şaka yapıyorsun Holmes.”

“Hayır, şaka falan yapmıyorum. Sana çıkardığım sonuçları anlatırken bile onlara nasıl ulaştığımı görememen nasıl mümkün olabilir?”

“Çok aptal olduğumdan şüphem yok zaten ama itiraf etmeliyim ki seni anlamakta güçlük çekiyorum. Mesela, bu adamın entelektüel biri olduğu sonucuna nasıl vardın?” Holmes cevap olarak şapkayı kafasına taktı. Şapka alnını kaplayıp burnunun üzerindeki kemere kadar uzanıyordu. “Bu kübik kapasite ile ilgili,” dedi. “Böyle geniş kafası olan birinin kafasının içinde bir şeyler vardır herhalde.”

“Peki, geri kalanlar?”

“Bu şapka üç yıllık. Bu yüzden şapkanın kenarları kıvrılmış. Çok kaliteli bir şapka bu. Nervürlü ipeğin şeridine bak, Eğer bu adam üç yıl önce böyle pahalı bir şapkayı alabildiyse ve bu güne kadar değiştirmediyse, kesinlikle hayatı tersine dönmüş demektir.”

“Tamam, bu kadar yeter. Ama adamın ileri görüşlü ve ahlâkî bir çöküş içinde olduğunu nasıl anladın?”

 

Sherlock Holmes güldü. Parmağını şapkanın tepesindeki koruyucu yuvarlağa koyarak, “İşte ileri görüşlülüğü buradan belli. Bunlar şapkayla birlikte satılmaz, eğer bu adam bunu satın aldıysa kendini rüzgâra karşı korumak için önlem almış demektir. Ama elastik kısım kırılmış ve adam onu yaptırma isteği duymamış, yani şu anda eskisine nazaran daha az ileri görüşlü. Öte yandan şapkanın üzerindeki lekeleri mürekkeple kapatmaya çalışmış. Bu da kendine olan saygısını hâlâ kaybetmediğini gösteriyor.”

“Anlattıkların akla yatkın geliyor.”

“Diğerleri, yani orta yaşlı ve gri saçlı oluşu ve saçlarını yeni kestirmiş oluşu, saç boyası kullandığı şapkanın dibinden belli. Büyüteç küçük saç tellerini ortaya çıkardı, yeni kesildikleri belliydi. Yapış yapış görünüyorlardı ve şapkada boya kokusu vardı. Şapkadaki tozlar kumlu değil caddenin gri tozu. Ayrıca üzerindeki kahverengi tozlar evde askıda beklediğinin bir göstergesi. Şapkadaki nem, onu kullananın terlediğini yani dışarıdaki kavganın uzun zamandır yaptığı en hareketli şey olduğunu gösteriyor.”

“Ya karısı, onun eşini artık sevmediğini söyledin.”

“Bu şapka haftalardır fırçalanmamış. Senin şapkanda bir haftalık toz olduğunu ne zaman görsem, karın bu şekilde dışarı çıkmana izin verdiğine göre onun ilgisini kaybettiğinden korkuyorum.”

“Ya adam bekârsa?”

“Hayır, eve karısıyla barışmak için bir hindi götürüyordu. Hindinin ayağındaki notu hatırla.”

“Her soruya bir cevabın var değil mi? Ama Tanrı aşkına, bana onun evinde lâmba yakmadığını nereden anladığını söyler misin?”

“Bir ya da iki don yağı lekesi şans eseri oluşmuş olabilir ama beşten fazla leke olunca adamın yanan don yağı ile yakın teması olduğunu anladım. Geceleri muhtemelen bir elinde şapkası, diğer elinde erimekte olan mum ile üst kata çıkarken bu lekeler oluştu. Gaz lambasından don yağı lekeleri oluşamayacağına göre. Tatmin oldun mu?”

“Şey, bu dâhice,” dedim gülerek; “Ama senin de söylediğin gibi ortada işlenmiş bir suç olmadığına göre ve hindinin kaybolması dışında bir zarar da olmadığından tüm bunlar zaman kaybından başka bir şey değil.”

Sherlock Holmes tam ağzını cevap vermek üzere açmıştı ki kapı açıldı ve komisyon üyesi Peterson kırmızı yanaklar ve şaşkınlıktan sersemlemiş yüz ifadesiyle içeri girdi.

“Hindi Bay Holmes! Hindi bayım!” Adam soluk soluğa konuşuyordu.

“Evet, hindiye ne olmuş? Yoksa canlanıp mutfak penceresinden dışarı mı fırladı?”

devamını oku