İnsanoğlu kendini avutmak için yüreğinin en dulda yerinde içsel bir salıncak kurar. Burada oluşan duygu helezonlarının gelgitleriyle gönül çıramızı tutuşturan efkârlı sözcükler üretir. Acı, sevinç ve hüzünlü duyguların harında yanan bu sözcükler yürek imbiğinden süzülerek bir yol bulup, gönülden gönüle türkü olarak akar.
İnsanı bir çırpıda zamansal ve mekânsal olandan alıp götüren bu çağrışımlarda, kendinde bir şeyler bulan, en çok da âşıklar ve gönlü kırıklar, olur. Göz göz olmuş yaralarına türküleri merhem diye sürdüğünde acılarını dindirir mi, bilinmez ama bundan gayrı gönül çerağında tutuşan yanık sözler konuşur. Onun içindir ki bu alanda duygularını dile getiren söz sahibi erenlere “türkü yaktı”denilir.
Kimi türkülerde bozkır düzlüğünde yankılanan bozlak, kimi türkülerde dağ esintisi gibi ney sesiyle gelen ezgi, kimi türkülerde ise insan yüreğinde depreşip duran hoyrattır o. Anadolu’da yakılmış yüzlerce yıllık nefes, ilahi ve ağıtların özü ve mayasıdır ondaki ilham esintileri.
Müziğin insan yaşantısının ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünürsek, bir müzik türü olarak Türkü; insanoğlunun kendisini avutmak için gönül dünyasında kurduğu bir tür salıncaktır. Türküden de salıncak mı olur, demeyin. Zira İnsanlık yıllardır onunla avunuyor. Bu yüzdendir Anadolu insanı, kendine has yorumuyla özünü anlatırken en içli türkülerini yine kendisi için seslendirmiştir.
Türküler Habercidir, Aşığın Sırrını İfşa Eder:
“Aşk bir sırdır, bu sırrı ifşa etmeden taşımak gerekir. ... Âşık, her ne kadar aşkını gizlemeye çalışsa da gözlerinden dökülen kanlı yaşlar bu sırrı ifşa eder” der, Fuzuli. Bu yüzdendir Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Ali ve Nino hikâyeleri ve Karacaoğlan gibi nice âşık sevgisini gözyaşıyla yıkanmış, türkü sözleriyle ifşa etmişler. Bizleri bu sırra mazhar ederek günümüze kadar dilden dile dolaşarak içimizde yaşamaktadırlar.
“Zülüfleri sümbüle benzer / Ne güzel tarayıp düzer
Gurbet ele düşmüş gezer / Han Aslı’mı gördünüz mü?”
Türküler Utangaçtır:
Onda insan ahlakına uygun olmayan sözler söylendiğinde yüzler kızarır, duygular zedelenir. Günümüzde büyük oranda gürültü ve kakofoniden ibaret olan diğer müzik türlerinde gördüğümüz aygın baygın sözleri, o üstü kapalı mahcup bir eda ile seslendirir. Yine bir Anadolu türküsünde olduğu gibi:
Nesine yar nesine / ölürüm yar sesine / bir daha vursaydı / nefesin nefesime
Türküler Vefalıdır:
Zira onda gerçek sevginin samimi duyguları hâkimdir. İyilik gördüğünde şımarmadığı gibi bir kusur gördüğünde birden bire her şeyi silip atmayan vefalı duygulara yer vardır.
Küskün ve dargın olduğunda sitemini “kol kırılır, yen içinde” misali kendi kendine içlenme ve kahırlanmayla gösterir. “İstenmiyorsun artık, arkanı dön ve çık git” türünde bir çırpıda sevgiyi alaşağı eden söylemler yerine:
“Bilirim suçluyum kendi özümden / Gel desem gelir idin izimden
Her ne çektin ise benim yüzümden / Hata benim günah benim suç benim”
diyebilen gönül alıcı sözler vardır.
Türküler Hüzünlüdür:
Türküde kendine özgü bir güzellik iksiri vardır. Yaşanılan acı olaylar bile onda tatlı bir terennümle yâd edilir. Çünkü hüzünlü bir yüzde dingin ama aklın düşündürdüklerini geride bırakan bir teslimiyet hali vardır. Buda çok saf ve berrak bir kalbi ifade eder. Bir Sivas türküsünde olduğu gibi:
“Kızılırmak bırakmamış huyunu / Kurban etmiş sürüleri koyunu
Göremedi güveyinin boyunu / Nettin Kızılırmak Zilha Gelini”
dediğinde; çoğu türkü sevenler Zilha Gelini yavuklusunun elinden tutmuş Kızılırmak sularının üzerinde koşarken hayal eder.
Türküler Nasihattir:
Kamil olan aşk ehli, her aşığın kendi cemiyetine nasihat tadında söyleyecek sözleri vardır. Bunları söylerken karşısındakini incitmeden, kendi dünyalarında yaşadıkları tecrübeyi hayattan misaller verip onlara ışık olurlar.
“Aşk atına süvari olan aşıklar / Ölünceye kadar yorulmaz imiş
Hakkı can gözüyle gören sadıklar / Bu fani dünyaya sarılmaz imiş”
Türküler Dert Ortağıdır:
Ondaki yaşanmış içli sözleri dinleyen herkes kendinde bir şeyler bulur. Sahiplendiği duygu cümlelerini kendi derdinin yarasına merhem diye sürer. Dinlediği herhangi bir ayrılık acısıyla yüreği burkulur, kavuşma sevinciyle vuslata erer, haksızlık karşısında öfkesini kusar. Nihayetinde yorgun düşen gönlünü avutmak için yine kendi içinde içli bir salıncak kurar. Ve kendi kendiyle söyleşir. Bir sebebin ardına sığınarak bazen kırda açan bir çiçekle, bazen bir insanla, bazen de karşısına aldığı bir dağ ile konuştuğu olur.
Beyaz karlı kara çamlı iri dağ / Heybet nedir ne değildir de hele
Geceleri yapayalnız kalınca / Uzlet nedir ne değildir de hele
Hiç başın ağrıdı mı yoruldun mu hiç / Birine küstün mü darıldın mı hiç
Sevdin mi sarıldın mı öptün mü hiç / Hasret nedir ne değildir de hele
Türkülerde Hiciv de Vardır:
Türkü yakıcıların bazen söylemekten çekindiği veya imtina ettiği zamanlar da olur. Bu gibi durumlarda saçı taralı sözlerin dilindeki iğnesini muhatabının yüreğine batırmayı da ihmal etmezler. Böylece söz hedefini bulurken dinleyenler içindeki düşkünler de bundan fazlasıyla nasibini alır.
Münkir münafıkın soyu / Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu / Dökenin de avradını
Ayrıca güldürürken düşündüren, düşündürürken güldüren latife ve mizah içeren sözlerle de hiciv ettikleri olmuştur.
“Sabahınan erken çifte giderken / Öküzüm torbadan düştü gördün mü?
Manda yuva yapmış söğüt dalına / Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?”
Türkülerde Ses Millidir:
İçinde yaşadığı toplumun özünü anlatır. Halkımızın gönlünde cereyan eden ortak duygu ve düşünceleri, ezgi ritmiyle gönülden gönüle taşıyan milli bir his ve heyecan vardır onda. Tamamen kendi öz dinamiklerinden beslenen duygu yüklü bir sestir o. Her insanın gönlünde ayrı bir otağ kuran türkü duygularından bahsetmişken türkülere gönül vermiş bir şairimizin: “Türküler” şiirinde ki şu güzel dizeleri hatırlatmadan geçemeyeceğim.
“Bin yılda yoğurduk her mısraını / Yüzüğe kaş ettik Ağrı Dağını
Dünyaya değişmem bir aksağını / Gönlüme göredir bizim türküler”
En Yüreğe Dokunur Yanı ise Türkülerde Duygu Evrenseldir:
Dilini hiç anlamadığımız bir türkünün ezgisi her zaman efkârımıza dokunur. Söyleniş tınısına göre bizi kendi iç âlemimizde hayal ettiğimiz bir yolculuğa sürükler. Ve bütün dillerde söylenen türkülerin vardığı ortak menzile atar. Nihayetinde hep beraber burada yaşar, burada ağlar, burada güleriz.
Türküler; mazinin ateşini taşıyan köz gibidir, insan gönlünü yaktığı müddetçe canlı kalır. Öyleyse türküler hep var olsun. Gönlümüzdeki ateşi hiç sönmesin.