şule yusuf şule yusuf

Suda Hadra Ateşte Göç


Derin yalnızlıkların incecik görünmez ağlarla sardığı, mumyalanması yarım kalmış bir ceset gibi etleri küflenmiş, bedeninden yarı kopmuş, yarı yapışıp kurumuş gibiydi.

Sabahlardan bir sabaha nerede uyandığını anlamaya çalışarak açtı gözlerini. Odasındaydı, yine yalnızdı. Ve neden midesi bulanıyordu ki? Midesinin almadığı günler, kendini dışarı atmak ister gibi bir girdap oluyordu karnında.

Hayatlardan geçerken içini sürüyordu, kazırcasına yırtınır gibi.

Bu garip topraklar, tapınak kâhinlerinin büyülü toprakları falan olmalıydı. Başka zaman dilimlerini bir akordeon yapmış da aynı zaman diliminde yaşatıyordu insana. Zaman genişliyor; geçmiş gelecekle, bugün dünle paralel ilerliyordu; aynı zaman ivmesinde harmanlanıyordu.

Yüreğinin soğumayan ateşiydi Hadra. Hep içe içe yağan yağmurdu. Kendi dikenine dokunan gül gibi göğsünde turnalar uyuturdu. Denize ulaşan nehre atılmış aşk mektubuydu, kâğıdın mürekkebe özlemiydi.

Derinden gelen su perilerinin sesiydi ince ve efsunlu.

 “Gitmeyeceğim bir daha senden bir soluk dahi uzağa!” yeminlerinin onun ateşine değdiği yerde tövbe bozduran yangınıydı, ne bir nefes uzağa ne bir nefes içineydi.

Suya doymuş da kurumuş, çatlamış topraktı selin önüne kattığı, sel olup akarken sonunda bir yığın çamurlu kızıl bir yangın toprağa dönüştüğü…

Büyüsüne kapılması bir anlık, yanması bitmeyen ömürlük… Bir arada kalınamayan, keskin… Onsuz, nefessiz… Onunla bir kor dansıydı Hadra.

“Onda öyle bir şey var ki, böyle ne gibi biliyor musun, su gibi aziz ama korkutucu, ayna gibi gösterişsiz ama eşsiz, dünya gibi iyi ama kötüleştiren… İçinde bir yerde bir yangın var onun farkında mısın? Bunları benim de hissetmemi istiyor ve hislerinin bana da geçmesini.” demişti yakın arkadaşına onun üzerindeki ilk tesirini anlatırken Ares.

O gece ‘’Sen, sende değilsin.’’ demişti Hadra’ya.  ‘’Bu gece ben sana aitim, ne dilersen söyle, ne dilersen dile.’’ diye ekleyerek. Kendini sunuşuydu bu Ares’in, Hadra’ya tüm benliğiyle.

Israrcı ve cesurdu lakin kibar ve asildi bir o kadar ruhu. İncinmiş pek çok ruhun incitmeme hassaslığında dokundu Hadra’ya. ‘’Yandım.’’ dedi, günlerce o geceden sonra Ares. Israr etti, alsın bu merakın kraliçesi içeri onu diye. Öldürmekten bile kendini dem vurmuştu da sonraki günlerde. ’’İyi ol, bunu senin için çok isterim.’’ diye tavizsiz cevap vermişti Hadra. Ares, yüzüne yayılan acıyla gülmüş ‘‘İyi olmayacağım bu bir, ölürsem ruhun duymaz bu iki…’’ diye saymıştı.

Hadra yakmış ve çekilmişti.

Doymak ve tatmak arasındaki zevkin tarifi yapılabilseydi o gün yazmaya başladığı hikâyenin bitmeyen bir romana dönüştüğünü de bilirdi Ares. Yıllarca eline başka kitap almaz, hep aynı kitabı farklı okumanın tadını başka bir dorukta yaşar dururdu. Ölmek istemez, cennete gitmek istemezdi. Zaten cennetini kadınının cehenneminde yanmakta bulurdu. Melek de o, huri de o olurdu. Ancak herkes keşke bilebilseydi yaşarken sevme savaşında yeni birini sevebilmeyi değil, eski sevgisizliğimizi sergilemeyi benimsediğimizi.

Ares, huzursuz ve sabırsızdı. Her şeyden dahası, tekinsiz bir yalnızlıktan duyduğu kontrolsüz bir kıskançlık ve güvensizliği vardı tüm kadınlara… Bir kadının, bütün kadınları ihanetiyle töhmet altında bırakmasının vebalini yüklemişti masum Hadra’ya.

Ters dönüyorum geceleri. Rüyalarımda sen başkalarıyla… Özümden yontuklarıma dair çektirdiğim fotoğraflarda. Azar azar ikram ettin oysa bana kendini, onlardan ateş topları yapıp yaktın ellerimi, gibi birçok hezeyanla suçluyor, boğuyor, nefessiz bırakıyordu bu aşkı Ares. Yine bir rüya sabahını ve gelen pek çok nice günü zehir etmişti. Oysa Hadra’nın dizlerinde umut vardı. Çoğalmaya yatkınlık, bereket vardı, çocuklarına yatak vardı.

Saçlarını uzatırdı, severken namusuyla Hadra. Sevmenin namusla ilgisinin olmadığını bilen bir ruhla. Gönlünce gülerdi yüzüne bakarken Ares’in. Gülmezdi fakat Ares. Hafif yaralı ve çirkin bakarım endişesi duyardı. “Affet! Seni bir tel saçtan, bir damla gözyaşından kıskanıyorum. Boğulurum tufanlarında kalbinin göz göze gelince.” der derin susardı.

Yıkmadan duvarları bir pencere mi açsak, dedi Hadra… Hem kuşları görürsün, belki çiçek koyarsın önüne. Ve duvarları delenin Ferhat olmadığını da bilirsin belki…

Kral çıplak, çocuk saftı. Göz görür, yürek bilirdi. Kimse duymaz, duyardı sağırlar. Görmezdi körler ama görünürler ve mızrak çuvala sığmazdı.

Her kavuşmayı kendimiz sanmak… Ne büyük bir yanılgıydı.

Hadra’nın suçlamalara ve Ares’in isteklerine cevapları tükenmişti.

Benim için kendini sulara bırakacak kadar seviyor musun, diye sormuştu Ares. Ya da bunu senin için yaparsam, yeterince sevgimi ispatlamış olur muyum, diye sıkıştırdı Hadra’yı.

Hadra akıllı bir kadındı. Geçmişten bir hikâyenin korkunç ağırlığını sezdi sevdiğinde.

Olmazdı, dedi. Çünkü kendi olamayan benim de olamaz.

Bu cevap hiçbir aşk mecnununun beklediği bir cevap değildi. Israr etti Ares: “O kişinin hayatından vazgeçecek kadar seni sevdiğini düşün.”

Senin için biri suya atlayıp canına kıydıysa bu seni çok sevdiği için değildir, senin onu yeterince sevmediğine olan inancındandır, dedi Hadra.

Ares dökülüyordu işte. “Hayır, başka biriyle zorla evlendirilmek istendiği içindi.”

Sevdiğinin eli armut mu topluyormuş ki onu bu çaresizlikte bırakmış, diye diklendi Hadra.

“O anda aile bakısı, din farkı, cezaevi, okul, abi baskısı … Bütün bunlara karşı direnmek için yeterince cesur değildim, yurt dışına kaçıyordum.”

“Onu da kaçırsaydın. Kendi canını ondan daha çok sevmişsin işte, dediğime geldik mi? Yani o sevmiş ama aynı oranda sevilmemiş.”

“Çok öznel durumlar var ama… Sen çok katısın.”

“Bu da benim öznelim o hâlde. Katı olmak için yeteri kadar şey gördüm ve yaşadım. Ben senin için ölürken sen ölmemek için kaçıyorsan sevgimiz eşit değil, adil değildir.”

“Ama pek çok olumsuz sebebim vardı.”

“Biz olmak demek birlikte de ölebilmektir.”

“Bu teoride öyle de uygulaması bazen olanaksız.”

“Pratikte ölen kim? Teoride ölen kim, Ares?

“Bilmiyorum… Ölü gibi yaşamak, diye bir şey var. Ya da vicdan azabı ve suçluluk duygusuyla her gün ölmek.”

“Ben bir ölünün bedeni olmayacağım, kimse bana başkasından bir parça alıp takamaz.”

“Öyle bir şey yok, ben seninle yeni bir sayfa açmak istiyorum.”

“Peki, Ares kendin olabilecek misin? Çünkü bu kadın kendi olmayı çok seviyor.”

Bir kadının kendi olmasını sevmesi kahinlerin bu lanetli topraklarında pek bilinen bir durum değildi.

“Ben bu şekilde sevilmedim, beni seven hep çok sevdi, ben hep çok şımartıldım, onaylandım. Sen beni yeterince sevmiyorsun, beğenmiyorsun, eleştiriyorsun. En ufak bir şeyde beni bırakıyorsun.”

Ne zaman dedi, nasıl dedi, öyleyse dedi… İnanmadı sevildiğine, teyit bekledi, taviz istedi. Hırpaladı, çekip gidişlerinden çılgınlaşmış döndü Hadra’nın verimli ruhuna. Çöplüğüme bırakma, dedi. Vefalı Hadra bırakmadı Ares’i. Ama kendini her gün bilinmeze bırakarak…

Hadra, saf sevgisini ispat etmeye çalıştıkça yoruldu, yorgun düştü. Cesareti kırıldı. Kara, kapkara günlere uyandı sabahları. Suları sevdi, su kenarlarını sevdi. Yorgun bedenini hissiz ruhunun uyuşmuşluğunu uyandırmak için ateşini suya attı. Su öyle sevdi ki Hadra’nın narasını onu mağda da affetti. Yuyup yıkayıp günahlarını sonsuz bir huzurla kabul etti. Ares, kendisini sevdiğini ispat etmiş bir kadın daha kattı hayatına. Şiirlerine metafor buldu, daha iyi şair oldu Hadra’nın acısında. Virginia Woolflar çoğalttı hayatında…

Hadra denizlerde köpük oldu, balıklara yem…  Rüzgâra uğultu, geceye mum… Hadra bir ruh oldu bedensiz… Perilerin şarkılarında büyü oldu, gemicileri efsunlayan.

Sır oldu, sırra kadem bastı Hadra. Aynaların sırlı yüzlerinde göründü bazen. Çeliğin suya değdiği yerde canlanıp göz oldu sevene. Ares, her gün derin yalnızlıkların incecik görünmez ağlarla sardığı, mumyalanması yarım kalmış bir ceset gibi etleri küflenmiş, bedeninden yarı kopmuş, yarı yapışıp kurumuş ölüme uyandı, Hadra yaşarken şarkılarda taptaze.

Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık

Tutmuşum, tutmuşum ellerinden seni

Düşmüşüz yavaşça

Bir sakin derenin

İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık

İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık

Balıklar gibiymiş sessiz ve karanlık

Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin

Susarmışız öyle

Bir sakin derenin

İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık

İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık…

devamını oku