Ruhumdan çalınan düşleri
geri almadan, asla yaşamış sayılmam. Yokluğun kaç şehir terk ettirdi ve kaç
şehir daha terk ettirecek parmak hesabım yetmiyor. Dalgın ve tutkun ikilem, iki
makas arasında kalarak, esrarengiz yöne ayrılsa bile geride kalan gümüşi renkli
gönül raylarında, kara kalem biçimsiz gölgelerimi, saat başı anı yüklü katarlar
çiğniyor. Demir tekerleklerin duygusal
uğultusunda, ara sıra da fantastik istasyonlara uğruyor, edilgin ve tedirgin
kurgularım...
Çetrefil dünyanın gerçekle
gerçeküstü arasına sıkıştırdığı aziz tutkularım, düşündükçe deli alacasına
döndü. Ruhumun, yalan söylediğine inanmış gibi davranıyorum. Gelgelelim onun
ateşi eninde önünde kendini ele verecek. Gerçeğin mumu karanlığa, düşün mumu
aydınlığa kadar yanar mı? Bilmiyorum. Bomboş olduğuna inanarak, düşlerime bir
insanlık boşluk da ben veriyorum ama gel gör ki zaman boşluğu kaldırmıyor!
Kara gün ağartır hâlimi,
düşkün sokak köpeğiyle paylaştım bugün. Üç adım önümde, iki saat boyunca yüzüme
baka baka yürüyen küçük sahipsiz sokak köpeğinin iyiliğini hiçbir zaman
unutmayacağım? Unutmayacağım, çünkü ikimizin de bilmediği bir içgüdüyle sadece
ikimizin bildiği son anıyla, o çay bahçesinin önüne getirip sonra uzaklaştı
yanımdan.
O kadar dalgınım ki gülsem
mi kendime acaba? Ha... Ha... Ha! "Hoş geldiniz" diyen garsonun
yüzüne falcı sezgisiyle yalancı baktım. Falcı deyince aklıma geldi:
"Falcıya geleceğini soranlar, istemeden gelecek olaylara dair falcının
söylediğinden bin kat daha doğru olan kendi sezgilerini engeller." Her
zaman gülümseyen yüzüme alışkın çocuk, tuhaflığımı anlamış olmalı ki çayı
masama bıraktıktan sonra endişeli ve kaçamak gözlerle, durumumu uzaktan çaresiz
izliyor. Yüzümde nasıl bir ifade var acaba? Gözlerim yıkıntı hâline alışkın
virane köy evine mi benziyor? Zevkini gözlerimin iki santim altında çıkaran
keder, mutluluğunun zirvesi için alnıma mı çıkıyor yoksa? İçinde bulunduğum
anın ötesini göremeyen ve kendini nasıl kandırdığımı bildiği için mi zoraki
gülümsüyor yüzüm? Bir fırsatını bulur da aynaya bakınca fark ederiz nedense
görüntümüzü. İyi hâlim, sakalım bir karış; kötü hâlim saçlarım yarım metredir.
Kalbim, sensizliğin ve
sessizliğin son deminde gürültüyü yararak, saygısız bedenimi terk edecek gibi
atıyor. Şu masada oturmuştuk seninle! Yine aynı yerde duruyor. İşte en zayıf
noktalarımdan biri. Zayıflık genellikle güvensizlik ve kontrol edilemez bir
duygu ve davranış olsa da o da bir ihtiyaç sanki. Küçük ama çok gizli bir zevk
verdiğini bildiğiniz sürece! Gizli zevkim için, anısı olan bu masaya oturmak
istedim. İstemez olaydım keşke? Karşılıklı duran iki sandalyenin birinde
anlamını yitirmiş bir gurur, diğerinde bir yüzü nefret diğer yüzü aşk, sevgi
olan saygın ve baygın büyülü avuntu oturuyordu. Oturacak yer bulamadığımdan yan
masayı seçtim.
Ahtapot kollarındaki
ilişkinizi, her zaman uzaktan seyretmek daha yararlı olabilir mi? Evet.
Anı masasına sırtımı dönerek
diğer masaya oturdum. Dergi ve gazeteleri yarım saat içinde gözden geçirdim.
Güncel durum- düşündüğüm eski arkadaşlarım için de – bütün dalkavukluğunu ve
bazı dostlarımı da sırtlanmış gidiyor. Kaygısız geçerek, özlediğim çayları peş
peşe içtim. Çocuk bahçesini, kaldırımlardan geçenleri, sekenleri ve
duvarlardaki tabloları izledim. Kolayca vazgeçemediğim aşk ve akıl dışında her
şey yerli yerinde.
Çekici ama utangaç bir kız,
cesur görünen ama kaygılı gençle, nargile kokulu salonun içerisine birlikte
girdi. Çekingen ve ürkek gözlerle, masalara göz attıktan sonra yanımdan geçerek
anı masama karşılıklı oturdular. Anlamını yitirmiş gurur kendine gelerek baygın
büyülü avuntuyu derin uykusundan hemen uyandırdı.
" Uyan ... Kalk hadi...
Gün bizimdir... Geldiler! “
‘’Bakışlar aşka yönelikse
çelişkili etkiler yaratabilir. İlginin gücü kişiyi sıkabileceği gibi düşsel bir
korkuya dönüşüp acınacak duruma da düşürebilir insanı." Belleğim sözlüğünden bu alıntıyı yaparak
yorumsuz gezinmeye başladı. Sandalye saltanatını kaybeden gurur ile avuntunun,
masanın yanındaki eski toprak küpün içine saklandığını ne yazık ki gördüm!
Hiçbir şeyden habersiz sevgili
iki insan, inanıyorum ki sevdiklerini bu masada olmasa da başka bir masada
birbirine söyleyecek, elleri tenlerini sarıp benliklerini aştığında, toprak
küpün içinden sarkan ahtapotun gizli kolları, her ayrılıkta boğazlarını, terk
ettikçe daha fazla sıkacak!
Masadan kalktım hesabımı
ödedim. Sokak köpeği Dilemma beni bekliyordu. Geri dönüp ikimiz için garsondan
iki kesme şeker istedim. Beklerken de ahtapotla göz göze geldim. Başımı iki
yana sallayarak nedensiz güldüm ve dışarı çıktım. Şekerin birini kendi ağzıma
diğerini Dilemma’nın ağzına attım ve hayatla dalgamızı geçerek tren garına
kadar birlikte yürüdük…