h. ihsan sönmez h. ihsan sönmez

Mara’nın Sarmaşıkları

Acılar, dünyalı olmanın en ağır bedeli. Aldırdığım yok artık böyle sıradan şeylere. Duvarın ötesine geçene kadar ikimiz için küçük bir evren yaratmak işim. Gerçeği, sevgi yolunda buldum. Bunun için yaşıyor, senin için yazıyorum güzel Rebeca.

İnsan yaşadığını hatırlamaz mı? Kırık bir fotoğraftaki üç yaşımın çocuğu kalarak arayıştayım işte. Benliğim; yeryüzü nedir, serseri dünya kaç nefesliktir bilmezken daha çocuk olarak yaşadığım bir kente doğru gidiyorum. Yaşadığımı hatırlayamadığım için gerçekten üzgünüm. Bu kederle, sol avucumun içine bakarak gizli gizli gülümsüyorum. Dağların doruklarında soluklanıyor, ayazı göğsünde taşıyan fırtına. Yüzümde poyraz, saçlarımda esmer karayel, yüreğimde sen.

Bir ırmağın akışını uzaktan izliyorum. Ne kadar doğal! Kıyısında birkaç köy evi mevsimin kavak yeli. Terk edilmiş evleri görüyorum. İnsanın kendi çevresine ördüğü taş duvarlar, paslanmış tel çitler… Yolculuk ne zaman başladı, kaç saat sürdü, nasıl gitti? Nerede bitti? Aşk olsun bana! Düşüne düşüne akşamı buluyorum.  Hayalle gerçek arasına perde çeken en büyük gerçeksin ve bu gerçeğin öznesisin. İçten dışarı çarpan haylaz kalbimin görevi, gün gelip durana kadar seni çok sevmektir Rebeca!

Kainatın sessiz döngüsü başlıyor işte. Dağlarda hüznün nöbet saati. Aklım eski bir bağ evinin yanındaki çalılar kadar karışık, çeltik tarlasında gördüğüm kahverengi izler kadar darmadağınık. Benliğimin çekmecesini karıştıran iki yaramaz çocuk var. Birinin adı mutluluk diğeri özlemek. Boynuna sarılarak saçlarını koklamam gerek. Bu bendir, her dem seni beklemek.

Narin bedeninde sim ipekten gecenin elbisesi. Göz göze geldiğim ürkek ay parçası. Pencereyi açtım. Dışarıya baktım. Gökyüzü o kadar çıplak ki ilk defa yıldızların bu kadar yakın olduğunu görüyorum. Elimi uzatsam belki de en alttakine dokunabilirim. Elimin yanmasından korkuyorum. Tam şuracıkta bir yerdesin. Sesin geliyor. Var desem yoksun, yok desem varsın. Çıldırmaya az kalan diğer yarım neredesin? Kalbimin çiçeklerine konan sen, düşsel bir kelebeksin.

Yaklaşıyor yıldızlar. Onlardan birine gözlerini anlatıyorum. Küçük, çekik, siyah gözlerini… En olmadık hayaller kurduran bakışlarını… Bakışlarında gizlenen o muhteşem duyguyu. Falcı geçiniyor ya! Bana benzeyen deli dolu bir yıldıza avucumu gösteriyorum. Sıcaklığını sakladığım avuçlarımı. İçimde korsuz bir yangın olduğunu söylüyor. Külüm yok dumanım yok. Oysa bu alevi arzulayan ben, Kızılderili sayılırım. Yerli geleneğidir, aşkınla kutsa beni çılgın Rebeca!

O kadar soğuttu ki hayat. Ruhumun gölünde kalın bir buz tabakası var. Bir o kadar ateşle raks ettim ki, bilinçaltımı mesken tuttu alev bekçisi. Karıştırdıkça küle dönen düşlerim savruldu çöle. Belki farkındasın, belki de değilsin. Buzu kırdın, ateşi söndürdün, bekçiyi öldürdün. Bir çölü gözlerine çevirdin sevgili Rebeca!

Bugün ıssız bir vadiye gittim. Sonbahar bütün renkleriyle yamaçların iki yanını tutmuştu. Sıra sıra kovanlar vardı. Bal arılarının soğuktan titrediğini gördüm. Bir rüzgâr gülüyle göz göze geldim. Bir çeşmenin havuzuna yansıyan gölgeleri topladım. Vadi dediğime bakma sanırsın ki beyaz çiçekli sarmaşıklar ülkesidir. Gezdiğim yerleri bu kadar romantik yapan anlatacağım Mara’nın öyküsüdür.

O bir Arnavut göçmeni. Küçük ülkesinde büyük katliamlar görev zavallı. Ülkesindeki bütün erkekler canlı canlı gömülürken karısı ve kızını kaçırarak sadece varlığı iki sarmaşık tohumuyla uzun yollar kat eden, bu vadiye sığınan adam. Yetenekli mi yetenekli biri… Birkaç hane köye öğretmenlik yapan, onlara kireç yakmayı, demir dövmeyi, bağ yapmayı, okumayı, yazı yazmayı öğreten bilge… Adını hiç kimsenin bilmediği bu adam, Mara olarak biliniyor. Öleli uzun zaman olsa da efsanesi vadide hüküm sürüyor. İki sarmaşık tohumu deyip geçmemeli insan, çiçeğinde büyük emek var. Vadiye beyaz umut ve hayat veriyor. İbret olsun diye bahar çiçeklerine, kar yağmadan önce açan sarmaşıklar, beni aynı senin gibi kendisine tutkun ediyor.

Sarmaşıklar ve Mara... Düşündüren kök salan geçmiş. Saatler beni pencerede esir aldı. Farkında değilim ama şimdi çok üşüyorum. Gökyüzü yer değiştirip duruyor. Mara’nın dağlarında yıldızları söndürme vakti yaklaşıyor. Pencereyi kapatarak geçtiğim odada, soğuk yatağıma uzanıyorum. Dizlerimde günden bir ağrı. Aklım firarda. Güzel bir rüya için hazırlanıyorum. Kirpiklerim tartamıyor geceyi. Ne zaman uzun uzun düşünsem seni, güneş o sabah kestirmeden doğuyor. Ruhumun sevgilisi için yüreğime bir avuç köz, elime bir harf düşüyor. Uzatmadan bitireyim. Seni çok özlüyorum yalnız Rebeca?

devamını oku