Acılar, dünyalı olmanın en ağır bedeli.
Aldırdığım yok artık böyle sıradan şeylere. Duvarın ötesine geçene kadar ikimiz
için küçük bir evren yaratmak işim. Gerçeği, sevgi yolunda buldum. Bunun için
yaşıyor, senin için yazıyorum güzel Rebeca.
İnsan yaşadığını hatırlamaz mı? Kırık
bir fotoğraftaki üç yaşımın çocuğu kalarak arayıştayım işte. Benliğim; yeryüzü
nedir, serseri dünya kaç nefesliktir bilmezken daha çocuk olarak yaşadığım bir
kente doğru gidiyorum. Yaşadığımı hatırlayamadığım için gerçekten üzgünüm. Bu
kederle, sol avucumun içine bakarak gizli gizli gülümsüyorum. Dağların
doruklarında soluklanıyor, ayazı göğsünde taşıyan fırtına. Yüzümde poyraz,
saçlarımda esmer karayel, yüreğimde sen.
Bir ırmağın akışını uzaktan izliyorum.
Ne kadar doğal! Kıyısında birkaç köy evi mevsimin kavak yeli. Terk edilmiş
evleri görüyorum. İnsanın kendi çevresine ördüğü taş duvarlar, paslanmış tel
çitler… Yolculuk ne zaman başladı, kaç saat sürdü, nasıl gitti? Nerede bitti?
Aşk olsun bana! Düşüne düşüne akşamı buluyorum.
Hayalle gerçek arasına perde çeken en büyük gerçeksin ve bu gerçeğin
öznesisin. İçten dışarı çarpan haylaz kalbimin görevi, gün gelip durana kadar
seni çok sevmektir Rebeca!
Kainatın sessiz döngüsü başlıyor işte.
Dağlarda hüznün nöbet saati. Aklım eski bir bağ evinin yanındaki çalılar kadar
karışık, çeltik tarlasında gördüğüm kahverengi izler kadar darmadağınık.
Benliğimin çekmecesini karıştıran iki yaramaz çocuk var. Birinin adı mutluluk
diğeri özlemek. Boynuna sarılarak saçlarını koklamam gerek. Bu bendir, her dem
seni beklemek.
Narin bedeninde sim ipekten gecenin
elbisesi. Göz göze geldiğim ürkek ay parçası. Pencereyi açtım. Dışarıya baktım.
Gökyüzü o kadar çıplak ki ilk defa yıldızların bu kadar yakın olduğunu
görüyorum. Elimi uzatsam belki de en alttakine dokunabilirim. Elimin
yanmasından korkuyorum. Tam şuracıkta bir yerdesin. Sesin geliyor. Var desem
yoksun, yok desem varsın. Çıldırmaya az kalan diğer yarım neredesin? Kalbimin
çiçeklerine konan sen, düşsel bir kelebeksin.
Yaklaşıyor yıldızlar. Onlardan birine
gözlerini anlatıyorum. Küçük, çekik, siyah gözlerini… En olmadık hayaller
kurduran bakışlarını… Bakışlarında gizlenen o muhteşem duyguyu. Falcı geçiniyor
ya! Bana benzeyen deli dolu bir yıldıza avucumu gösteriyorum. Sıcaklığını
sakladığım avuçlarımı. İçimde korsuz bir yangın olduğunu söylüyor. Külüm yok
dumanım yok. Oysa bu alevi arzulayan ben, Kızılderili sayılırım. Yerli
geleneğidir, aşkınla kutsa beni çılgın Rebeca!
O kadar soğuttu ki hayat. Ruhumun
gölünde kalın bir buz tabakası var. Bir o kadar ateşle raks ettim ki,
bilinçaltımı mesken tuttu alev bekçisi. Karıştırdıkça küle dönen düşlerim
savruldu çöle. Belki farkındasın, belki de değilsin. Buzu kırdın, ateşi
söndürdün, bekçiyi öldürdün. Bir çölü gözlerine çevirdin sevgili Rebeca!
Bugün ıssız bir vadiye gittim. Sonbahar
bütün renkleriyle yamaçların iki yanını tutmuştu. Sıra sıra kovanlar vardı. Bal
arılarının soğuktan titrediğini gördüm. Bir rüzgâr gülüyle göz göze geldim. Bir
çeşmenin havuzuna yansıyan gölgeleri topladım. Vadi dediğime bakma sanırsın ki
beyaz çiçekli sarmaşıklar ülkesidir. Gezdiğim yerleri bu kadar romantik yapan
anlatacağım Mara’nın öyküsüdür.
O bir Arnavut göçmeni. Küçük ülkesinde
büyük katliamlar görev zavallı. Ülkesindeki bütün erkekler canlı canlı
gömülürken karısı ve kızını kaçırarak sadece varlığı iki sarmaşık tohumuyla
uzun yollar kat eden, bu vadiye sığınan adam. Yetenekli mi yetenekli biri…
Birkaç hane köye öğretmenlik yapan, onlara kireç yakmayı, demir dövmeyi, bağ
yapmayı, okumayı, yazı yazmayı öğreten bilge… Adını hiç kimsenin bilmediği bu
adam, Mara olarak biliniyor. Öleli uzun zaman olsa da efsanesi vadide hüküm
sürüyor. İki sarmaşık tohumu deyip geçmemeli insan, çiçeğinde büyük emek var.
Vadiye beyaz umut ve hayat veriyor. İbret olsun diye bahar çiçeklerine, kar
yağmadan önce açan sarmaşıklar, beni aynı senin gibi kendisine tutkun ediyor.
Sarmaşıklar ve Mara... Düşündüren kök salan geçmiş. Saatler beni pencerede
esir aldı. Farkında değilim ama şimdi çok üşüyorum. Gökyüzü yer değiştirip
duruyor. Mara’nın dağlarında yıldızları söndürme vakti yaklaşıyor. Pencereyi
kapatarak geçtiğim odada, soğuk yatağıma uzanıyorum. Dizlerimde günden bir
ağrı. Aklım firarda. Güzel bir rüya için hazırlanıyorum. Kirpiklerim tartamıyor
geceyi. Ne zaman uzun uzun düşünsem seni, güneş o sabah kestirmeden doğuyor.
Ruhumun sevgilisi için yüreğime bir avuç köz, elime bir harf düşüyor. Uzatmadan
bitireyim. Seni çok özlüyorum yalnız Rebeca?