Babam bu akşam da yok.
Annemin yüzü asık. Öğretmenimden dayak yiyeceğimi bilsem de söyleyemedim. Annem
ödevim yok biliyor. Yoksa matematik problemlerini çözemediğimizden alt komşumuz
Hicran Abla’ya gönderirdi beni. Dilaver Abi yine sokağımızdan geçiyor. Davulun
tokmağını vuruyor geceye. Boş teneke sesi duvarlarda yankı buluyor. Düttürü
dünya gam keder yok.
Yağmur başlıyor. Babamın
şemsiyesi askıda. Islanacak. İçerde soba tütmüş. Annemde bir telaş. Pencereye
koşuyor. Lodosa ve babama öfkesini yüzünden okuyorum. Bir de mutsuzluğunu.
Televizyonun sesini kısıyor önce, sonra da kapatıveriyor. Anlıyorum yatma
vaktidir. Yorganı başımın üzerine çekiyorum. Uyumuyorum aslında. Kulağım
kapıda, kulağım babamda… Annemin mutfakta işleri var yine. Babam sofrayı hazır
olsun ister. Annemin tıkırtısından anlıyorum. Sobayı kontrol ediyor olmalı.
Dışarda lodos camları dövüyor. Hamurla gazete kâğıdı yapıştırılmış kırık
pencereden rüzgâr giriyor. Evimiz uçtu uçacak.
Bugün cumartesi ödevimi erken
yaptım. Öğretmen kızacak belki ama başlıkları yine kurşun kalemle attım.
Annemin keyfi biraz yerinde. Pencerenin önünde iğne oyası yapıyor. Radyo
dinliyor. Zeki Müren, “Bir Tatlı Tebessüm”ü söylüyor. Annemin deniz yeşili gözlerinde
hayal yerine bir boşluk. Çemberinden grileşmiş saçları taşmış, gök gök... “Charlie’nin
Melekleri”nin başlamasına az bir vakit var. Elimdeki hayat bilgisi kitabına
kendimi veremiyorum. Aklımın bir köşesinde dizi film ve babam. Annem gündöndü
kavurmuş. Çok az da patlamış mısır var yanında. Televizyonun düğmesine
dokunduğunda rahatlıyorum. Tam zamanında açmışız. Charlie’nin Melekleri yeni
başlamış. Annem Sabrina’yı akıllı buluyor. Bense Jill’i beğeniyorum.
Charlie’nin yüzünü hiç göremiyorum, merak da ediyorum aslında. Filmin en
heyecanlı yerinde bülbül sesi doluyor odaya. İrkiliyorum. Babam bu akşam erken
geldi. Yüzünde yine her zamanki durgunluk. Televizyonu kapatıyor hemen. Eften
püften sebeplerle bağırıp çağırıyor anneme: “Elektrik hele bir fazla gelsin!” Sonra
bir iki tokat sesi. Annemin canhıraş çığlıkları… Kulağımı tırmalıyor kavga.
Babamdan tiksiniyorum.
Bugün okulda hiç neşem
yoktu. Pastel boyalarım olmadığı için öğretmen kızdı. Resim de yapmak istemedim
zaten. İran’ın başkentini bilemedim, bir iki problemi de çözemedim. Bu sıralar
öğretmen kömür almaya hep beni göndermeye başladı. Tembel Necmiye’yle her ders
kömürlükteyiz. Hoşumuza gitmeye başladı bu durum. Kömür kovasını doldururken
oyalanıyoruz.
Komşunun köpeği Palloş yine
havlıyor. Sokaktan gelen sesi duyuyorum. Rahatlıyorum. Teneke sesleri… Dilaver Abi,
kasabayı tura çıkmış. Yan komşumuz balkonda. Çamaşır asıyor. Sokağa doğru bağırıyor.
Televizyonda haberler başlıyor. İsrail Gazze’ye girmiş yine. Çok sayıda ölü ve
yaralı var. Annem mutfakta. Kelem aşı kokusu duvarlara sinmiş. Az sonra elinde
tahta bir sofrayla ve pötikareli bir bezle geliyor annem. Kelem aşının yanına
limon soğukluğu da koymuş. Karşı karşıya oturmuşuz. Annemin deniz yeşili
gözleri bitkin ve çetrefil. Bulaşıkları yıkamıyor bu akşam. Bedriye Teyzelere
erken gidecekmişiz. Konu komşu doluşmadan evden kaçıyoruz.
Dönüşte izlediğimiz Türk
filmini konuşuyoruz. Ara sıra ay ışığına tutunup gülüşüyoruz. Grip salgını
varmış umursamıyoruz. Apartmanın giriş katında oturan Necmettin Amca bahçe
kapısında. Kümese dadanan sansara küfredip duruyor. Utanıyorum. Hızlı hızlı
çıkıyoruz merdivenlerden. Rutubet kokusuna müptela olmuşuz. Somaki mermere
düşüyor gölgemizin telaşı. Annem anahtarı çeviriyor. Babam evde. Eften püften
sebeplerle kavga başlıyor. Annem ağlaya ağlaya sofrayı kuruyor. Patlıcan
turşusu istiyor babam. Annemin deniz gözlerinde yoksulluk ve yoksunluk… Sofraya
vurulan yumrukla hopluyorum. Devamı geliyor ardından. Önce tencere devriliyor, sonra
soğukluk tası… Babam kalkıp gidiyor. Adımlarından nefret ediyorum artık.
Ortalığı toparlamaya çalışıyor annem. Ona her geçen gün daha çok acıyorum.
Okuldan erken döndüm. Annem
evde yok. Mevlit okumaya çağırmışlardır. Ya da ölü yıkamaya. Ödevlerim akşama
kalmasın istiyorum. Masadayken başımı kaldırıyorum bir an. Duvardaki halı
takılıyor gözüme. Kahveci güzelleri kahve içiyor. Üzülüyorum biraz da. Annem
hiç kahve içmez mi? Gün boyu evdeyim. Pencerenin önünde kocaman bir karasinek
sıkı(ş)lmış. Çivideki saatli maarif takvimi çoktandır kopmamış. 2 Mart’ta kalmış.
Kulağımda top oynayan çocukların sesleri... Ardiyede sakladığım gazoz kapağı
dizisini alıyorum elime. Belki onlarla oynarız. Necmettin Amca bahçeyi
fırdolayı kazmış. Karalâhana fideleri hazır. Bahar erken gelecek gibi. Yine de
ayaz engerek yılanı gibi ısırıyor. Kargalar yuva yapıyor dallarda. Annem
beliriyor yokuşun başında ikindiüstü. Yorgun görünüyor. Eve birlikte giriyoruz.
Başı ağrımasın diye hiç ses yapmıyorum. Soba sönmüş, oda soğuk. Annem
tutuşturmaya çalışıyor bir yandan. Öğretmenin kitap parası istediğini
söyleyemiyorum ona. Kırmızı kaleme de gerek yok aslında.
Ezan okunuyor. Sığırcık
sürüsü konuyor ceviz ağaçlarına. Bir kamyon geçiyor sokaktan, yılan gibi
tıslayarak, kasası gıcırdıyor. Teneke sesleri çoğalıyor. Sığırcık sürüsü
havalanıyor karanlığa. Gece her şeyi içine alırken aynı ses. İnsanları ve
sesleri emiyor sokaklar. Yaklaşıp uzaklaşıyor seda. Şaşırıyorum. Bütün kasabayı
nasıl dolaşır bu adam!
Minarelerden sala sesi
yükseliyor. Herkes pencerede soruyor: “Ölen kim?” Az sonra öğreniyoruz. Zekiye
Teyze’ymiş. Annem tanıyormuş onu. Önce tavus kuşlu şalını bağlıyor annem, yeşil
mantosunu giyiyor. Zil çalıyor, bülbül sesiyle irkiliyoruz ikimiz de.
Pencereden bakıyoruz, kapıda Murat 124 ve iki zayıf adam.
Öğretmen bütün sınıfa şiir
okuttu bugün. 23 Nisan’da Ahu, Seçil ve Tolga okuyacaklarmış. Şiirimi çok güzel
de ezberlemiştim. Olsun. Yine de mutluyum. Annem kocakulak yapıyor. Kıyması az
gelmiş, içine biraz fazla soğan kattı. Duyunca çok sevindim. Yan komşuya
telefon etmiş. Bugün Kırıkkale’den halam gelecekmiş. Annem babamı çağırmaya
gönderiyor kahveye. Ihlamur ağacının altında bekliyorum. Burnumda keskin rayiha…
Babamı masada kumar oynarken görüyorum. Sigarayı içine içine çekiyor. Çok sonra
çıkıp geliyor. Gözleri fersiz ve bitkin.
Babam garaja gitti. Halam
geldi diye yüreğim pır pır. Oyuncak uçak getirmiş. Kocakulağın içine
gizlediğimiz bozuk lira ona çıktı. Sevinci görülmeye değerdi, şen kahkahaları…
Babamın ağzında topluiğne mi vardı. Hiç konuşmadı bu akşam. Arpacı kumrusu gibi
düşünceliydi. Bu akşam kavga yok, çok şükür. Belki halam geldi diye. Babam çayı
hiç beğenmedi.
Bugünkü kavga badana
yüzünden. Babam eline keseri aldığı gibi duvarları kazıyor. Annem bir serçe
gibi çırpınıyor ağlarken. Kapıyı çarpıp gidiyor babam. Annem onu boşamadığı
için hayıflanıyor. “Kuru soğanı kırıp yesin insan ama böylesini çekmesin.” diyor.
Bülbül sesi doluyor odalar. Annem hazırlanmaya başlıyor. Koridorun sonundaki
küçük lavaboda abdest alıyor önce. Mavi tavus kuşlu şalını bağlarken de yeşil
mantosunu giyerken de bakıyorum ona. Derin ve dalgın deniz gözlerine… Annem
çıkıp gittikten sonra soruyorum kendime: “Annem ölü yıkamaktan korkmaz mı?”
Bu hafta sonu okulda
toplantı var. Ne anneme ne babama diyebildim. Öğretmen kömür parası
isteyecekmiş. Problemleri çözemediğimi ve tembeller kümesinde oturduğumu
bilmiyorlar. Öğretmenin sözleri hala aklımdan çıkmıyor: “Külahları değişeceğiz
bak Hüseyin!” Külahları değişmek ne demekti?
Annem eve geldiğinde
bitkindi. Karadutiçi Mahallesi’nde düğün varmış. Babam işe çıkacakmış bu akşam.
Annem babamın eprimiş krem gömleğine ütü sürüyor, pantolonunu iki yerden
yamıyor. Eline iğne batıyor, parmağını ağzına sokuyor alelacele. Yüzünde derin
çizgiler ve acı. Babam pamuk şekeri arabasıyla giderken annem pencerede. Dışarda
yağmur başlamış. Gözleri alaimisemaya dalıyor.
Bu hafta sonu erken
uyanıyorum. Evde kimse yok. Televizyonda “Pazar Konseri” başlamış. Kovboy filmi
başlayana kadar, Çaykovski dinlemek zorunda kalıyorum. Annem yeşil mantosuyla
beliriyor karşımda. Geldiğini duymamışım. Ölü yıkamaktan tükenmiş. Annem heykel
gibi dikiliyor karşıma. Deniz gözleri dağ taş gibi soğuk. Çatlamış dudaklarında
üç cümle:
“Tembeller kümesine geçmişsin!”
O an anlıyorum her şeyi.
Kapıda bülbül ötüyor. Yeni taşınan Huriye Teyze sarma getirmiş. Annem biraz
dertleşiyor onunla. Avunuyor. Televizyonda yine savaş haberleri. İsrail
Filistin’i bombalamış. Derken Dilaver Abi geçiyor. Teneke sesleri güm güm.
Düttürü dünya. Apartmanda uyuyanlar uyanır belki.
Annem dün geceden beri hasta.
Sıtmalanmış. Ateşi kırka çıktı. Komşular yemek getirdiler eve. Matematik
problemleri olduğu gibi duruyor, yapmadım. Tom Sawyer’i okumadan uyudum.
Çay kaynıyor mutfakta.
Yumurtalar fıkır fıkır. Annem ayaklanmış, biraz daha iyi. Ateşi düşmüş. Zil
çalıyor sonra. Zehra Teyze giriyor içeri. Anneme “Geçmiş olsun.” diyor önce. Sonra
ne söylediyse odada bir çığlıktır kopuyor. Çok sonra öğreniyorum. Dün gece
Dilaver Abi’ye kamyon çarpmış. Annem mantosunu giyiyor. Kur’an okumaya
çağırmışlar. Sütünü içmeyi unutma, diye tembihliyor giderken. Ardından
bakakalıyorum. Pencereye bir kızılgerdan kuşu konmuş. İnce bacaklı. Ekmek
kırıntısı ufalamaya eriniyorum. Aklımda hep Dilaver Abi.
Yatsıdan sonra annem
öfkeyle giriyor odaya. Kahvenin camlarını kırmış bu akşam. Kendi kendine
söyleniyor. Mutfaktaki fareler şeker çıkısını delmiş, demiyorum. Annemin deniz
gözleri zehir... Pijamalarımı giyerken bakıyorum. Bacağım morarmış ve şişmiş. Diş
izleri canımı yakıyor. Komşunun köpeği Palloş’un
ısırdığını söylemiyorum anneme. Üzülsün istemiyorum. Eften püften sebeplerle sustum.