Yan komşumuzdu Bedriye Teyze. Ceviz ve dut ağaçlarıyla dolu küçük bir mahalleydi oturduğumuz yer. Rafioğullarının dut bahçelerinde, Kapıdağ’dan kopan şimal rüzgarlarıyla dönen eski bir değirmenin kalıntıları bulunurdu. Bu değirmeni, Silistre göçmeni olan Rafi dedemin yıllarca işlettiğinden bahsederdi babam. Değirmen yolu dardı, taştandı; üstelik çıkmaz sokaktı. Çıkmaz sokağa her ne kadar ara sokak desek de aslında Efrayim amcamın dutluklarından yemyeşil buğday tarlalarına, oradan küçük derelere, buzağılık dediğimiz meraya, Yaşarın Bayırına, Yılan Pınarına, Darıtepeye hatta Sazlıdere Çiftliği dediğimiz yerde denize kadar açılırdı.
Yan komşumuz Bedriye Teyze’nin evinin yan saçağı bize, arka tarafı poyraza bakardı. Ulu pembe dut ağacının yüksek dallarının sarktığı evinin ön tarafında yazlaya açılan sıra sıra odalar kıbleye bakardı. Bedriye Teyze’yle aramızdaki bahçe duvarını; derme çatma tahtalar, pırnal dalları, , çürümüş gündöndü sapları, karaçalılar ve Sazlıdere’den ipekböceklerinin tırmanması için getirdiğimiz atkuyrukları oluştururdu.
Yan komşumuz Bedriye Teyze, orta boylu, zayıf, kuru bir kadındı. Başında her zaman allı güllü, sarılı, turunculu bir yazma; altındaysa çiçekli basmadan bir donluk olurdu. O kadar zayıftı ki, bir baldıran otu gibi cılızdı. Zayıflığından dolayı olacak köyde “Kuru Bedriye” olarak anılırdı. Neşeli, güler yüzlü, şakacıydı. Saçları kurbanlık koçlar gibi her daim kınalıydı.
Hıdırellez sabahları erkenden kalkar, bahçenin diğer köşesindeki ulu ceviz ağacına bir salıncak kurardı. Bedriye Teyze’nin söylediği şarkılar ve bize haykırışlarıyla uyanırdık.
“Hu komşular hu! Uyanın gari! Bugün uyku mu tutar insanı! Bugün Hıdırellez sabahı! Siz uyuyun daha. Tokuçun çeşmeye vardım da bir testi zemzem aldım.”
Tokuçun Çeşmesi’nden Hıdırellez sabahları zemzem aktığına inanırdı Bedriye Teyze ve diktiği ceviz fidanının gövdesinin belinin kalınlığına geldiğinde öleceğine de. Hatta kefenini bile sandığında hazır ettiği söylenirdi.
O gün bahçesi bayram yerine dönerdi Bedriye Teyze’nin. Çocuğunu kapan anneler ağaç gölgelerinde alırdı soluğu. Neşesi görülmeye değerdi Bedriye Teyze’nin. Gün boyu kadınlarla mani atışır, akşam kızıllanırken ve herkes dağıldığı vakitlerde garip bir hüzne bürünür, doğaçlama bir ilahi söylerdi. Bu ilahiyi o kadar çok dinler, o kadar çok severdim ki, kulağımda ince, naif bir tını oluştururdu.
Kirpi der ki katlanırım,
Çalı, çırpı arasına saklanırım,
Üç yavrum var, sen sakla,
Yeşil yeşil çimen içinde
Leylek leylek budala leylek,
Ne don giyer ne gömlek,
Binmiş bacanın üstüne,
Yanar kalır duman içinde
Leylek der ki gagam uzun,
Sürmelidir iki gözüm,
Yılanı alır gagamla,
Ayaklarımla sürüklerim.
Geyik der gevrek gevrek,
Böyle mi olur, dertli yürek,
Ben bir geyik gördüm ağlar,
Zari zari der gezer.
Tavşan der ki ben koşarım,
Tırnağımdan kan saçarım,
Yarın mahşer gününde,
Avcıları ben seçerim.
Kurbağa der ki vırak vırak,
Gözlerim kocaman bıldırkiyim
…
Hatırladığım kadarıyla taşlarla örülmüş, çatısı sazdan bir samanlığı da vardı. Çatısına bahar aylarında leylekler yuva yaparlardı. Leylek lakırtısıyla geçerdi hep yazlar, bir de Bedriye Teyze’nin bahçesinde saklambaç oyunlarıyla. Bu oyunlar sırasında bazen, Bedriye Teyze’nin unlarını, arpalarını, kırık dökük öteberisini, domates ve biber turşularını, salça kavanozlarını sakladığı ambarına dalardık. Saklambaç oyunları öyle uzardı ki bazen geceye de kaldığı olurdu. İşte o an Bedriye Teyze’nin ekşi erik macunlarını koyduğu toprak küplerin kapağını aralar ve peş peşe içimiz bayılana kadar parmaklardık.
Annemden duydum bir gün, Bedriye Teyze’nin Erdek’te olduğunu.”Bacaklarını kuma gömmek iyi geliyormuş romatizmalarına,” dedi annem. Aysel teyzeme de sordum sonra: “Gezmeye gitmiştir,” dedi. Orada bir sürü hısım akrabası olduğunu söyledi ardından.
Bayram yaklaşıyordu. Bedriye Teyzem hala yoktu Gideli hemen hemen on gün olmuştu. Saatli Maarif Takvimi’nde kiraz kuşlarını ırgalamıyordu belki gidişi ama ben onu hem özlüyor ve hem bekliyordum. Sanki Bedriye Teyzem gideli, bahçesindeki ağaçlar bana küsmüş, kuş sesleri susmuş, çiçekler kurumuştu. Çatıdaki hacı leyleğin umurunda bile değildi. Bedriye Teyzemin çatısını dışkılarıyla beyaza boyadığı yetmezmiş gibi, gün boyu lak lak lak… Ömrün hep lak lakla mı geçecek hacı leylek…
Bedriye Teyze’yi bekler olmuştu mahalledeki tüm çocuklar. Eğer o gelmezse bayramda kime gidecektik. Torbamıza leblebi, fıstık, badem kim koyacaktı?
Bayrama iki gün kala, babamın kırmızı minibüsüyle çıkagelmişti Bedriye Teyzem. Tahta sofra ve oklava almak için bize de uğramıştı o gün. Annemi de çağırdı evine, baklava yapacaklarmış. Annemden eltilerini de çağırmasını istemiş.
O gün annem ve eltileri, mahallenin çocukları, hepimiz oradaydık. Dut ağacının altına yeşil brandalar, hasırlar, kilimler yayılmış; mahallenin bütün kadınları toplanmış hamur açıyorlardı.
Top peşinde koşturup, Bedriye Teyze’nin kınalı ellerinden yoğurt sürülmüş, bol toz şekerli somun ekmeklerinizi iştahla yerken bir yandan da hamur açan kadınlara kulak kabartıyorduk.
Bedriye Teyze ayağa kalkmıştı bir an. Sanki savaş yöneten bir komutandı. Emirler savurup, emirler yağdırıyordu. Bütün kadınların ve çocukların bakışları üzerindeydi onu dinlerken.
“Kızlar,” dedi önce. Sonra yine “Kızlar,”
Sağ elinde bir orkestra şefi gibi bir oklava tutuyordu.
“Kızlar, bana bakın hele! Erdek’ten bir tatlı tarifi getirdim size. Bugün baklava yerine onu yapacağız. Sonra da fırına atıp nar gibi olana kadar kızartacağız.”
Bu sözler üzerine daha da meraklanmıştı herkes. Bir yanda bir kıyıya süpürülmüş dökülen dutlara çokuşmuş sarıcı arıların uğultusu, bir yanda ağaçtan düşen bir dutu önce kapabilmek için yarışan kızanların uğultusu uykumu getiriyordu. Bugün tüm anneler meşguldü ve öğle uykuları unutulmuştu.
“Haydi, sofralar yayılsın, hamurlar açılsın.”
“…”
“ Önce hamuru ay gibi açacaksınız, peşinden üzerine havanda iyice dövülmüş cevizi saçacaksınız. Sonra hamuru oklavaya dolayıp büzeceksiniz, çok bekletmeden ufak ufak keseceksiniz.”
Kadınlar:
“İlahi Bedriye Yenge! Böyle büzme tatlı mı olur?” diye soruyor ve ardından aralarında gülüşüyorlardı.
“Karışmayın siz bana, hadi herkes işinin başına.”
O gün Bedriye Teyze’nin dedikleri tek tek yapılmıştı, fırına tepsi tepsi tatlılar atılmıştı. Akşam ezanı okunurken ve şeytanlar dağılırken fırının başına gelenler gözlerine inanamamıştı.”
Fırının başında yine Bedriye Teyze:
“Tatlıyı yapmasını bildik, haşlamasını da bileceksiniz bak,” diyordu. Sonra da kaç kilo şekerden ne kadar şerbet hazırlanacağını, üzerine sıcak mı, ılık mı döküleceğini tek tek açıklıyordu.
O akşam nar gibi kızarmış tatlısını kapan evinin yolunu tutuyordu. İncir ağaçlarının altında şeytan, iğde ağaçlarının altında peri olur diye bahçelerden herkes dikkatli geçiyordu.
Bayramda ilk uğradığımız evdi, Bedriye Teyzemler. Önce mahallenin tüm çocukları onun kınalı ellerinden öptük, Bedriye Teyzem avuç avuç şekerleri torbamıza doldurduktan sonra başka yerlere geçtik. O bayram hangi eve gitsek sofrasında “Kuru Bedriye Tatlısı” vardı.
…
Sanırım bir yıl sonraydı. Annem, bayram yaklaşırken sofrayı ve oklavayı hazırladı. Hamuru erkenden mayaladı. Birkaç konu komşuyu bizim eve çağırttı. Bu kez bizim evde başlamıştı sonu gelmez bir telaş.
Sonra ne oldu bilmem. Bedriye Teyze birdenbire hastalandı. Doktora götürdüklerini işittik. Güz vakti, ceviz ağaçlarının yaprakları dökülmeye başladığı zaman minareden onun salasını duyduk. Cenazesi kalabalıktı. Erdek’ten hısım akrabası da geldi. Mahallenin tüm çocukları Bedriye Teyze’nin tabutunun peşinden mezarlıktaydık o gün. Mezarlığın kıyısında, duvara çok yakındı mezarı. Üzerine meşe ağacının gölgesi düşüyordu.
Onu tabuttan çıkarıp mezara koyduklarında, tahtaları dizilirken ve üzerine köylüler kürek kürek toprak atarken ağladım. Hocalar Kur’an okurken, Bedriye Teyze’nin toprak evi, Hıdırellez sabahları, bayramlar ve leblebi şekerleri canlandı gözümde.
Büyüdüm zamanla… Üniversiteyi kazandım, İzmir’e okumaya gittim. Kıbrıs’ta asker oldum. Mahalleye her döndüğümde yan komşumuz Bedriye Teyze’yi aradı gözlerim. Ev ve samanlık yıkılmış, aramıza briketten bir duvar örülmüştü. Duvarın ötesinde dut ve ceviz ağaçlarının yerinde sıra sıra zeytin ağaçları gövermişti.
Otlar oranlar geçti. Ne Hıdırellezler geçip gitti ama Bedriye Teyze’nin neşeli sesi hiç gitmedi kulağımdan. Mahallemizde onu hayal meyal hatırlayanlar ve kim olduğunu hiç bilmeyenler de vardı. Büzme tatlının adı Gönen, Bandırma, Manyas ve Erdek’te, “Kuru Bedriye Tatlısı” olarak biliniyordu artık.