salim çağlar salim çağlar

beklerken…

Kalabalık değildi. Hayır, kesinlikle kalabalık değildi. Olsa olsa yedi sekiz kişiydi.

Bu durumda otobüsün içi boştu bile denilebilir. Ama bu doğru olmaz. İstanbul trafiğinde içinde hepi topu on kişi bulunan bir halk otobüsü dahi boş sayılamaz… Sayılmamalı…

Bütün ışıklar yanıyordu. Kalorifer çalışıyor, tozu havaya üflüyordu. Tozu havaya... Havaya.

Otobüs bir mekân ise ki öyle, mini bir dünyadır burası öyleyse ki öyle, tozu atmosfere üflüyor demektir bu… Öyle mi acaba? Dışarıdaki atmosferde hava kapalı, içerdeki atmosferde tozlar görülmüyor. Motorun zırıltısından demir borular, hani var ya şu birbirini sıkıca tutması gereken fakat tutamayan şu ortadaki direk, şıkır şıkır oynuyor. İyice gevşemiş. Zırıltılar onu bir sağa bir sola götürüp getiriyor. Bir tornavida lazım ya da bir kâğıt parçası sıkıştırmalı, bir süre çiğnemesi için ona bir şey vermeli. Zırıltısını kesmesi için.

Dışarıda trafik akıyor. Hem de hızlı. Vızır vızır. Bazen yavaşlıyor arabalar. Yanımızdan camlardan kafalarını uzatmış bir acayipliği seyreder gibi geçip gidiyorlar. Bazıları arkalarını dönerek bazen de dikiz aynasına yaklaşıp bakarak geçip gidiyorlar ne varsa artık. Zorları neyse. Çocuk dilini çıkardı “mö” yaptı. Otobüse, herkese…

“Şoför bey neyi bekliyoruz?”  Kapı ağzında dikilen kadın bu. Kızıl saçlı, beyaz tenli. Kabanlı. Ayakları telaşlı bir ritimle yeri vuruyor. Ön taraftan bir ses, şoför olacak. Görünmüyor ki!

“Birkaç dakika daha. Birisi gelecek. Geldiğinde gideceğiz.”

Bekliyoruz. Gelen her kimse ya da gelecek olan her kimse hemencecik binsin diye olacak ortadaki kapının bir kanadı açık duruyor. Motorun titremesi… Kalorifer pervanesi ıslık çalıyor. Toz, tozdan kurtuluş yok. Şu boru hâlâ şıngırdıyor. Sıkmalı onu. Kadının ayağı tık tık. Gençlerden biri koltuğundan akmış, tıkır tıkır mesaj. Dışarıda vızır vızır arabalar. Hava kapalı, tozlar görünmüyor.

Bir başkası.

“Şoför bey, daha ne kadar bekleyeceğiz, geç kalıyorum.”

Hep geç kalmışlığımı aklıma getirdi birden. Geç kalıyordum. 

“Birkaç dakika… Belki o kadar bile değil”

Kucağında çantası, oturduğu yerden başını geriye döndürerek sormuştu. Saatine bakıyor sürekli. Dakikliğe önem veriyor olmalı. Orta yaşlarda bir bey. Bir adam. Bir insan. Biri. Canlı.

Otobüs cadde kenarında. İleride ışıklar var. Trafik ışıkları. Rahatça görülecek mesafede. Siyah önlüklü bir ilkokul çocuğu valize benzer çantasıyla karşıya geçti. Geç kalmak istemeyenlerden. Düz saçlı, temiz yüzlü, zayıf. Caddenin karşısındaki sokakların birine, herhangi birine değil tabii, sağ köşesinde çınar ağacı bulunan sokağa daldı koşarak. Işıklar yeşile dönünce arabalar vızır vızır bizi geçmeye başladılar. 

“Şoför bey, gitmeyecek miyiz? Ama olmaz ki böyle!”

“Hanımefendi, birisini bekliyoruz. Gelsin hemen yola çıkacağız. Neredeyse gelir.”

Motorun zırıltısı. Şu ortadaki direğin kuru hastalığına tutuşmuş titremesi. Islık çalan pervane.  Arabalar yine durdu. Sağ köşesinde çınar ağacı bulunan sokaktan gelen ortaokul öğrencisi yaşlarında ve boylarında bir genç. Elinde sıkıca tutulmuş kitaplar. Temiz yüzlü, düz saçlı, zayıf, çok tanıdık.

Dolgun bir ses, bir erkek sesi. Çok kızmış.

“Böyle bekletmeye hakkın yok kardeşim! Hem neyi bekliyoruz?”

Görünmeyen, kendi kabininde saklı şoförden cevap gecikmedi.

“Beyefendi! Eli kulağındadır. Gelsin gideceğiz.”

Şoför aynadan görünmüyor. Minyon biri olsa gerek.

Sol tarafta, arabaların geçtiği yerde bir tuhaflık. Trafik yavaşlayınca fark edildi. Bir taksinin arka koltuğunda yaşlı bir kadıncağız örgü örüyor. Ağır ağır geçip gidiyor. Işıklara takıldı. Bir genç arabaların önünde koşarak geçti. Yeşile yetişmek için uzun bacaklarıyla karşı kaldırıma zıpladı. Bu bir liseliydi. Düz parlak saçlı, temiz yüzlü. Yine tanıdık. Sağ köşesinde çınar ağacı olan sokağa girdi. Bütün öğrenciler birbirine benziyor demek ki. Küçüğünden büyüğüne kadar.

Dışarıda hava kapalı, içeride otobüs kapalı. Huzursuz bir bekleyiş bu. Mesaj yazan genç dayanamadı.

“Gitmiyoz mu ya! Alo!”

“Eli kulağındadır. Birazdan gideceğiz.”

İçeride tüm ışıklar yanıyor. Cadde kenarında bekliyoruz. Kapının bir kanadı açık. Kızıl saçlı kadın boş koltuklardan birine oturmamakta inat ediyor. Ayağı tık tık, yerde trampet çalıyor. Zırıltılar, titremeler, motorun titremesi. Telefon mesajı. Hemen cevap yazılmalı, tıkır tıkır. Adamın kucağındaki çantanın üzerinde kol saati tik tak. Dışarıda hava iyice kapandı, bulutlar karardı. Yağmur çiseliyor. Yan taraftan geçen araçların camlarında sular akıyor. Berrak bir görüntü. Rüzgâr çıktı. Etrafı süpürüyor. Şu çınar ağacının dalları bir oyana bir bu yana. İki genç ağacın yanında rüzgârdan korunuyorlar. Ellerinde büyük çantalar. T cetveli konan çizim çantaları. Biri kız biri erkek. Çift olmuşlar. Erkek tanıdık. Temiz yüzlü, düz saçlı, uzun bacaklı. Sarıldılar. Rüzgâr şiddetliydi. Onları savurabilirdi. Sıkıca tutuyordu kızı, omuzlarını sarmıştı. Elindeki çanta uçmadığı anlarda kızı kapatıyordu. Öpebilirsin. Öpmelisin de belki. Olmadı. Trafik ışıkları kırmızı olunca karşıya, bu tarafa geçtiler, kayboldular.

“Şoför bey! Gidelim artık, a yeter!”

“Hanımefendi, hemen gideceğiz, bir iki dakika daha, gelmek üzeredir.”

Kapının açık kanadından temiz hava geliyor. Soğuk ama temiz. Ferah ve biraz da deniz kokusu. Halk otobüsünün içinde bekliyoruz. Şoförün demesine göre birazdan gideceğiz. Birisinin gelmesini bekliyor. Kimdir nedir bilmem. Tahmin yürütecek halde de değilim. 

“Şoför bey! …”

“Bir iki dakika daha, şimdi gelecek”

Yanda, gelip geçen arabalar yağmur suyunu yararak vızır vızır işliyor. Sıkıcı bir trafik akışı bu. Açık kapıdan seyretmeli dışarıyı. Kaldırım çok tenha, kimse yürümüyor. Yağmurda yürümeyi sevenler bu taraflarda oturmuyorlar demek. Kucağında çanta bulunan adam yine saatine baktı. Yerinden kalkacak gibi oldu. Karar veremedi. Yağmurda yürümek istemedi belki. Az evvel kızıl saçlı kadın da trampetine ara vermiş dışarıya adım atmak istemişti. Yapamadı. Bir ya da iki dakika sonra otobüs kalkacaktı. Diğerleri de aynı geri adımları attılar. Serzenişler oldu. Trafik durdu. Temiz yüzlü genç adamla o kız yağmurda yürüyerek karşıya geçtiler. Ellerinde bond çantalar. Beyaz yakalı iş elbiseleriyle. İçeride serzenişler…

“Şoför bey…”

“Bir iki dakika daha. Gelecek…”

“Ama şoför bey…”

“Gelecek! Şimdi ayağını atacak, neredeyse…”

“Ama şoför bey!”

“Çok değil, bir dakika daha.”

Tam otuz altı yıldır cadde kenarındaki otobüste, bir halk otobüsünde bekliyoruz. Motor titremesi, zırıltılar ve öten pervane...

“Bir iki dakika daha. Gelecek!”

Ya gerçekten gelirse? Ya biterse bu bekleyiş? Korkunç bir şey bu!

devamını oku