çiğdem bozkurt çiğdem bozkurt

Kelebek

Gözlerinin yaşlarla demlenmiş karasına kat beni

Ömrum o zeytin bahçesinde son bulsun.

**

Gün gömülmüş duacıları ortaya dökülmüştü. Ay ışığı çıplak omuzlarına çarpıyor, utanarak geri çekiyordu kendini. Görende kopacak hissi uyandıran boynu, kalbinin seni duymak ister gibi sol göğsüne doğru eğilmişti. Rüzgârın her değişinde saçından damlıyordu hayatı. Gözleri kapalıydı. Kirpiklerinin ucunda asılıp kalmıştı bir çiy tanesi.

Sokağımın köşesindeki kaldırımda rastladım ona. Adı “Kadın’"mış sonradan öğrendim. On çocuklu bir ailenin küçük yaşta evlendirilen kızı, Kadın. Annesinin ilk göz ağrısı, babasının gelir kapısı, düzenin isyankârı, törenin kurbanı Kadın…

Sokağın başındaki eve taşınalı iki ay olmuştu. Gelip geçerken gördüğüm, selam verip sohbet ettiğim türden komşular değillerdi. Perdeleri günün her saati kapalıydı. Sırlanmış pencereleri yine de çocuk seslerinin dışarı taşmasına engel olamıyordu. Tıpkı Kadın’ın feryatlarını saklayamadığı gibi. 

En çok polisler aşındırırdı kapılarını. Her defasında orta yol bulunur, Kadın, o muhteşem yaşantısına devam ederdi.

Ona rastladığım gecenin sabahında isyan bayrağını çekmiş, eşiyle kazanamayacağı baştan belli olan bir savaşa girmişti. İnsani hisleri olmayan biriyle nasıl başa çıkılır ki… Kadın da çıkamamış. O akşam evde toplanan aile büyükleri nam salmış isimlerine sürülecek karayı öngörmüşler ve kadının hayatı üzerindeki söz haklarını kullanmışlar.!

Sonuç, köşe başındaki kaldırıma boş bir çuval gibi bırakılan on yedi yaşındaki anne kuzusu. İçi boşalmış, kanı çekilmiş, ay tenindeki morlukların rengi geceye eş, çocuk-Kadın. Hayalleri, umutları yüreğindeki mezarda gömülü kadın… Ah vah, edilip ellerin kapatıldığı dudaklardan dökülen ömrünün, üçüncü sayfa haberlerinde son bulduğu kadın…

 

devamını oku