Adresini bulmak hiç kolay olmadı
burasının. Hiçbir rotada yolu göstermiyordu. Ama zor da olsa vardım sonunda. Yalnızlıktan
yapılma ahşap masalardan birine geçtim.
Baştan çok acılı bir imkânsız
aşklar çorbası aldım. Ardından bol sirkeli bir hayal kırıklığı mevsimi salatası
söyledim kendime. Ara sıcak olarak da kekikli sonu hüzün budu köfte. Şefim, dedim sonra “Izgaralardan neler var önerebileceğin?”
Şöyle bir süzdü beni garson. Yaşlı ve oldukça tecrübeli gibiydi, sesi kekremsi
ve tanıdıktı sanki: “Karşılıksız aşk kavurmamız meşhurdur efendim.” dedi.
“Kanlı ve şehvetli bir biftek de önerebilirim.” Dediklerini yaptım yaşlı garsonun.
Afiyetle yedim getirdiklerini.
Tatlıya geçtim sonra. Ağzıma
çalınan bir parça bal geldi büyük bir tabakta. Üstünde intikam, kin ve fındık
parçaları vardı. Dudaklarıma çaldım ve bir anda emdim usulca.
Yüreğimin en diplerinde kalmış
yemek artıklarını temizlemek için ucu gece mavisi bir ateşle yakılmış sivri bir
kürdan kullandım kanata kanata…
Yenilen içilen onca şeyin ağzıma
çalınan bir parça balın uğruna değip değmediğini düşünürken bilge şef hesabı
getirdi.
Üstü vişne altı kapkara renkte
kalp şeklinde küçük bir kapta hesap yazılıydı. Daha doğrusu ben öyle sandım. Bakır
kabın her iki ucundan usulca tutup kaldırdım. Kabın içi bomboştu. Neler
olduğunu anlamaya çalışırken omzuma bir el dokundu. Tanıdık, yaşlı, tecrübeli
ve bilge şef mırıldandı kulağıma: “Hesabı karşı masa ödedi efendim.”
Karşılıksızlığıma karşın karşı masaya güçlükle baktım. Hafifçe başını salladın
güzel gözlerini kırpıştırarak eski günlerdeki gibi. Daha doğrusu ben öyle
sandım!..