Hayatı dengesizlikler içinde geçen dengeyi bulmaya çalışan bir adamdı. Burcunun neredeyse tüm özelliklerini taşıyan sevgi kelebeği bir yengeçti. Şizofrenik yapısı ağır bastığında toz duman olurdu yaşamındaki tüm tümceler. İnsan kendi kendine konuşur da kendiyle kavga eder miydi hiç durduk yere… Durduk yere olmazdı değil mi bu savaşlar, bu ayarsız dalışlar…
Tutunacak bir dalı olduğunda insan göğün uçlarında dans ederek yürürdü. Yeter ki ona o güveni veren tutunacak bir dalı olsun.
Adamın hancıya varışı sancısını yana yakıla anlatmaktı. Dileği kendi varlığının sırrına varmaktı. Söylendi durdu, Saki’nin sunduğu kadehlerle.
“Bugün iyi değil! Satırlarım, dizelerim, hecelerim derince değil bugün. Kelime kelime dolaşamam tenimin zincirlerinde. Betonlaşmış yüreğin deyse de yüreğime, üşüyorum! “
Korkunç fantaziler boğumlanıyor zihnimin ağlak kulvarlarında. Kurtar beni demiyorum. Kurtarılmazım. Uçsuz bucaksız aymazım.
Muhatabım mı kim? Aynadaki! Yani akıl almaz başım, tutkunu olduğum savaşım. Ganimet umrumda mı sanırsın be hey deli? Savaşın tutkunuyum ben. Yolun sonundan kime ne!
Çıtlattığın çekirdek, tırmandığın doruklar…
Hele sen! Ben aynaya baktıkça varsın. Dilersem çatır çatır çatlatırım o aynayı. Kibrinovamdasın. Bu arada bu günlerde aynasızlığı okuyorum: Kızıl Nehirler, Jean- Christophe Grange. Karim’in dünyasında ne güzel güzellemeler var. O pisliğin içinde demlenmeyeydi, Karim nasıl olur da muhteşem bir aynasız olabilirdi.
Hancıya ne bunlardan. Boş felsefeden ne de bıkmıştı garibim. Şaşkın şaşkın baktı hancı karşısındaki adama. Perukumsu saçlarıyla, iyi kötü arası giyimli, kravatı yamulmuş, gömleği buruşmuş, ceketi belinde duran ve hiç susmayan o adama.
Geçmişin izlerini anlamak adına anı kutuma şöyle bir göz atasım geldi. Bu kadar bulaşık, bu kadar yılışık sevmelerim nerelerden armağan edilmiş titrek dillerime.
Tom ve Jery koşuşuyor nöronlarımın burçlarında. Jerry, Tom’u dövüyor minik beynimin uçlarıyla. Red Kit, Düldül’üyle yol alıyordu batan günün imbatlarında. Çizgili pijamalı, demir parmaklık hastaları olan o dörtlünün ismini hatırlayamasam da, uzun olanın saflığı minik bir tebessüm yağdırdı sinapslarıma.
Edım eline sihirli kılıcını alıp göğe doğru uzatarak ‘GÖLGELERİN GÜCÜ ADINA. GÜÇ BEN DE ARTIK!’ dediğinde, kendisi büyü ile değişerek He - man, Titrek de Atılgan oluyor. Diğer yandan zihnim İskeletör’e bir bakış attı. ‘Ellerinizi verin ellerinizi. Kötü güçlerimizi birleştirelim!’ diye coşarken kozmik kuyruklu yıldız sevdalılarının keyiften üzüntü profesyonelliği belirginleşiyordu. Bugüne kadar iyilikle girdiği her savaşı kaybettikleri gerçeği gerim gerim geriyordu kötülük şatosunun üyelerini. Üzülsek de çaktırmayız, dedi içlerinden biri. Diğeri ise; ‘Bağırma artık konuşarak değil, susarak sözler yükselsin! Ne boş herifsin be adam anlamadın gitti.”
Adam durmadan konuşuyordu. Konuştukça coşuyor, deli dünyasında kendi makamında mevki seçiyordu. “Siz benim özgürlüğümü bohemliğinizle suçlayamazsınız sör! Ben pis değilim. Sadece vefanın müptelâsı, densizin âlâsıyım. Size ne benim bu hâlimden.”