“ Büyük ruhlar sessizce kanatlanır“
Schiller
Başını balkon demirine yasladı. Gözleri, birbirine ayak uydurmaya çalışan halay meraklısı bulutlardaydı. Bir öncekinin sureti bir sonrakine karıştıkça yüreğini burukluk kapladı. Bulutlara üzüldü. Zaten o, yaz başında tüm coşkularıyla kanat çırparak gelen leyleklerin, gitmesek olmaz mı dercesine döne döne yaptıkları göç danslarında burulur, güneşin boynunu eğen ışıklarında da gözleri dolardı. Bir mevsim değildi ki ona göre biten. Bir ömür sona ermekte, yeniden doğuşun yaşanacağı vakte kadar her şey nadasa çekilmekteydi.
Gözünün önünde önce sararan, ayrıldığı dala belki de veda bile edemeden yere düşen yapraklara çevirdi bakışlarını. Yaprak kayıp giderken kollarından canı acır mıydı ağacın. Ya da yaprağın daldan koptuğunda mı yere düştüğünde mi canı daha çok yanardı. Hangisinin acısı diğerininkine üstündü?
Tutkunun en üst basamağından karşıdan kendisine göz kırpan denize baktı. Çok sevdiği sahille kucaklaşmasının sevinci mi fazlaydı, mecburi çekilişindeki hüznü mü? Çok değil bir kaç gün önce sarmaş dolaş olduğu maviliğe göz kırptı.’ Yanında yürümek de güzel benim için’ dedi usulca.
Okuduğu kitaptan bir cümle geldi aklına. “Doğa görülebilen düşüncedir.” Novalis'in bahsettiği yankılar labirenti burada devreye giriyordu. İnsan ve doğa: doğumdan ölüme iç içe geçmiş yankılar labirenti. Hangisine dokunursan dokun, ses getiriyor. Görünür oluyor aklının kıyılarını döven dalgalar.
Sarıldı kendine, usulca havalandı. Yine bir Eylül kapısından girmek için. Yankılar labirentinde ses olmak için. Görülebilen düşüncelerden ibaret olduğunu bilerek, diline doladığı sözleri şarkılara dökerek.
Deli düşüncelerim benim, dört mevsim gözler önündesiniz. Sararır solar, yere düşer kalkar, yağmurla karla beslenir, yeniden çiçeklenirsiniz. Kalıcı olan tek şeye, değişime direnmeden kabullenerek nefes almaya devam edersiniz.
Görebilene, duyabilene, hissedebilene su gibisiniz. Benim için ömürlük sevişimsiniz, mevsim geçişi değil…