mavi yakut

“Buraya geldi.”

“Buraya mı?”

“Evet, o çok dikkat çekici bir kuştu. Onunla ilgilenmenize şaşırmadım. Öldükten sonra yumurtladı; yeryüzündeki en güzel, en parlak, küçük mavi yumurtayı. O burada, bende.” 

Misafirimiz sendeleyip, sağ eliyle şömineye tutundu. Holmes kilitli kutuyu açıp soğuk, görkemli ve birçok sivri ucu olan mavi yakutu çıkardı. Ryder yıkılmış bir ifadeyle ve durumu inkâr mı etsin yoksa kabullensin mi bilemeden bakıyordu.

“Oyun bitti Ryder,” dedi Holmes sakince. “Kalk dostum, yoksa ateşe düşeceksin. Ona koltuğuna gitmesi için yardım et Watson. Bu adamın böyle ağır bir suçu kaldıracak cesareti yok. Ona biraz brendi ver. İşte böyle! Şimdi biraz daha insana benziyor.”

Adam bir an için sendeledi, neredeyse düşecekti ama brendi yanaklarına biraz da olsa renk getirdi ve onu suçlayan kişiye korku dolu gözlerle bakakaldı.

“Bütün halkalar yerine oturdu, ihtiyacım olan bütün delillere sahibim, bu yüzden bana anlatmanız gereken çok az şey var. Olayı tamamen çözümlemek ve açıklığa kavuşturmak için çok az bir yolumuz kaldı. Morcar Kontesi’nin şu mavi taşıyla ilgili bir şeyler duydunuz mu Bay Ryder?”

“Catherine Cusack bana olayı anlattı,” dedi titrek bir sesle.

“Anlıyorum, hanımefendinin hizmetçisinden söz ediyorsunuz. Şu tutuklanan adam için olduğu kadar, sizin için de kolay ve çabuk kazanılmış bir servet isteği çok fazlaydı; ama buna ulaşmak için kullandığınız yöntemler hiç vicdana sığar cinsten değil. Bana öyle geliyor ki Ryder, sizin içinizde uyuyan bir zalim var. Horner’ın yani şu lehimcinin böyle bir duruma daha önce karıştığını biliyordunuz. Bu, şüphenin onun üzerinde yoğunlaşmasını sağlayacaktı. Sonra ne yaptınız? Siz ve suç ortağınız Cusack, hanımefendinin odasında birkaç küçük düzenleme yaptınız, sonra suçlanacak adamı ayarladınız. Sonra, adam odadan ayrılır ayrılmaz mücevher kutusunu soyup alarmı çaldınız ve bu zavallı adam tutuklandı. Sonra.” 

Ryder birdenbire kendini yerde ki küçük halının üzerine attı ve arkadaşımın dizlerine kapandı. “Tanrı aşkına merhamet edin!” diye feryat etti. “Babamı düşünün! Annemi düşünün! Bu onları derinden yaralar. Daha önce yanlış olan hiçbir şey yapmadım! Bir daha da asla yapmayacağım. Yemin ederim. İncil üstüne yemin ederim. Ne olur bunu mahkemede açıklamayın! Tanrı aşkına bunu yapmayın!”

“Koltuğuna dön!” dedi Holmes acımasızca. “Şimdi pişman olup iki büklüm af dilemek çok yerinde bir davranış, ama zavallı Horner’ı hakkında hiçbir şey bilmediği bir suçun ortasında bırakırken, ona neler olacağını hiç düşünmedin.”

“Gideceğim Bay Holmes. Ülkeyi terk edeceğim. Sonra onun aleyhindeki dava düşecek.”

“Hım! Bunu daha sonra konuşacağız. Şimdi son hamleni de duymak istiyoruz. O taş hindinin içine nasıl girdi ve hindi nasıl o dükkâna gitti? Bize gerçeği anlat, kurtulmanın tek yolu bu.”

Ryder dilini kuruyan dudaklarının üzerinden geçirdi. “Size her şeyi anlatacağım bayım!” dedi. “Horner tutuklandığında yapılabilecek en iyi şeyin taşı da alarak bir an önce kaçmak olduğunu düşündüm. Çünkü polisin beni ve odamı ne zaman arayacağından emin değildim. Otelin etrafında taşı saklayabileceğim hiçbir yer yoktu. Bir işim varmış gibi dışarı çıktım ve kız kardeşimin evine gittim. O, Oakshott adında biriyle evli ve Brixton Yolu’nda oturuyor. Orada satmak üzere kümes hayvanları besliyor. Oraya giderken, yolda karşılaştığım herkes bana bir polis ya da dedektif gibi geliyordu ve çok soğuk bir gece olmasına rağmen yüzümden ter fışkırıyordu. Kardeşim, neler olduğunu ve neden bu kadar solgun göründüğümü sordu. Ona oteldeki soygun olayına çok üzüldüğümü söyledim. Sonra arka bahçeye gidip bir sigara yaktım ve yapılabilecek en iyi şeyin ne olduğunu düşünmeye başladım.

Bir zamanlar pis işlerle uğraşan, şu sıralar da vaktini Pentonville’de geçiren Maudsley adında bir arkadaşım vardı. Onunla karşılaştığımız bir gün bana hırsızların kullandığı yöntemlerden ve çaldıkları şeylerden nasıl kurtulduklarından söz etmişti. Hakkında birçok şey bildiğim için bana dürüst davranacağını biliyordum. Böylece onun yaşadığı yere, Kilburn’a, gidip sırrımı onunla paylaşmaya karar verdim. O, bana bu taşı nasıl paraya çevirebileceğimi söyleyebilirdi. Ama yakalanmadan oraya nasıl gidebilirdim? Otelden eve gelene kadar yaşadığım sıkıntıyı düşündüm. Hiçbir şekilde durdurulmamam ve aranmamam gerekiyordu, çünkü yakut yeleğimin cebindeydi. Duvara dayanmış ayağımın dibinde dolaşan hindilere bakıyordum. Birdenbire aklıma yeryüzündeki en iyi dedektifi bile alt edebilecek bir fikir geldi.

Birkaç hafta önce kız kardeşim, beslediği hindilerden istediğimi seçip Noel hediyesi olarak almamı söylemişti, onun söylediği sözü unutmayacağını biliyordum. Hediyemi şimdi alabilirdim ve bu hediye benim yakutumu Kilburn’a taşımama yardım edebilirdi. Bahçede birkaç baraka vardı, onlardan birinin arkasında besili, süslü kuyruğu olan beyaz bir hindiyi yakaladım. Gagasını zorla açtım, taşı boğazında parmaklarımın ulaşabildiği kadar ileriye iteledim. Kuş yutkundu, taşın gırtlağından geçip kursağına gittiğini hissedebiliyordum. Ama hayvan bir anda kanat çırpıp çırpınmaya başladı. Bu sırada kız kardeşim neler olup bittiğini merak edip gelmişti. Tam onunla konuşmak için döndüğüm sırada hayvan elimden kurtulup diğerlerinin arasına karıştı.

“O hindiyle ne yapıyorsun Jem?” diye sordu.

“Şey,” dedim, “sen Noel için birini alabileceğimi söylemiştin ya, ben de hangisinin en şişman olduğuna bakıyordum.

“Oh,” dedi. “Biz seninkini özel olarak ayırdık. Ona Jem’in hindisi diyoruz, şuradaki büyük ve beyaz olan. Orada tam yirmi altı tane var; biri senin, biri bizim ve iki düzine de satmak için.”

Teşekkürler Maggie,” dedim; “ama senin için bir sakıncası yoksa ben az önce elimde olanı almayı tercih ederim.”

“Ama diğeri en az üç bir buçuk kilo daha ağır,” dedi. “Hem biz onu senin için özel besledik.”

“Dert etme. Ben diğerini alacağım, şimdi alacağım,” dedim.

“Nasıl istersen,” dedi biraz huzursuz bir şekilde. “Öyleyse hangisini istiyorsun söyle bakalım.”

”Şu süslü kuyruğu olan beyaz hindiyi, sürünün tam ortasında.”

“Tamam. Onu kes ve yanına al.”

“Ben de kardeşimin söylediğini yaptım Bay Holmes ve hindiyi alıp Kilburn’a götürdüm. Böyle bir durumu yadırgamayacak birisi olduğu için, arkadaşıma ne yaptığımı kolaylıkla anlattım. Olayları duyunca nefesi kesilene kadar güldü ve bir bıçak alıp hindinin içini açtık. Taşın orada olmadığını görünce başımdan kaynar sular döküldü, çok korkunç bir yanlışlık olduğunu fark ettim. Hindiyi bırakıp kardeşimin evine koştum, hemen arka bahçeye gittim. Ortalıkta hiç hindi yoktu.”

“Hindiler nerede Maggie?” diye bağırdım.

“Satıcıya gittiler.” “Hangi satıcıya?”

“Covent Garden’daki Beckinridge’e.”

“Benim aldığımdan başka süslü kuyruğu olan var mıydı?” diye sordum, “tıpkı benim seçtiğime benzeyen?”

“Evet, Jem, iki tane süslü kuyruklu daha vardı ve onları hiç birbirlerinden ayırt edemedim.”

“Bunları duyunca bütün gücümle koşup Beckinridge adındaki adamın dükkânına gittim ama o da hindilerin hepsini çoktan satmıştı ve bana onları nereye sattığı konusunda tek kelime bile söylemedi. Bu gece onu kendiniz de duydunuz. Bana hep aynı şekilde cevap verdi. Kız kardeşim davranışlarım yüzünden, benim çıldırmaya başladığımı düşünüyordu. Bazen ben de öyle olduğunu düşünüyorum. Ve şimdi, ve şimdi ben damgalanmış bir hırsızım, uğruna kişiliğini sattığı servete hiç dokunamamış bir hırsız. Tanrı bana yardım etsin! Tanrım yardım et!” Adam yüzünü ellerinin arasına gömüp hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Uzun bir sessizlikten sonra adamın derin nefes alıp verişi ve Sherlock Holmes’un parmaklarını masanın kenarına vurmasıyla çıkan tıkırtı sessizliği bozdu. Sonra arkadaşım kalkıp kapıyı açtı.

“Dışarı çık!” dedi.

“Anlamadım efendim! Ah, Tanrı sizi korusun!”

“Tek kelime daha etme ve dışarı çık!”

Başka bir kelimeye gerek kalmadı. Büyük bir acelenin ardından merdivenlerden patırtılar geldi, arkasından kapı çarptı ve caddede koşan adamın ayak sesleri duyuldu.

“Neyse Watson,” dedi Holmes piposunu almak için elini uzatırken, “Polis tarafından kendi eksiklerini tamamlamak için tutulmadım. Tabii Horner’ın tehlikede olması ayrı bir konu ama bu adam onun aleyhinde tanıklık etmeyecek ve dâvâ düşecek. Ağır bir suç işlediğimin farkındayım ama bunu yaparken bir ruhu kurtardığım da bir gerçek. Bu adam bir daha yanlış bir şey yapmayacak. Fazlasıyla korktu. Onu hapse gönderseydik hayatının sonuna kadar bir hapishane kuşu olarak kalacaktı. Ayrıca şu aralar affetme zamanı. Şans yolumuza en tuhaf ve çözülmesi zor problemi çıkardı, bunun çözümü de kendi ödülü. Zile dokunma iyiliği yaparsan Doktor, başkahramanı yine bir kuş olan başka bir araştırmaya başlayabiliriz.


(Mavi Yakut isimli öykünün sonuna geldik . Bir sonraki sayıda yeni bir Sherlock macerasına başlayacağız…)

devamını oku