“Çoğunluğa
bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır.”
Haper Lee’nin Pulitzer ödüllü
romanından uyarlanmış olan “To Kill o Mockinbird” film, 1931 yılında ABD’nin
Alabama Eyaleti’nde küçük bir kasabada yaşayan insanların yaşadıkları
anlatılmaktadır. Kasabada beyaz bir kadının siyahi bir adamın saldırısına
uğradığı iddiası nedeniyle sessiz bir çatışma hakimdir. Ana karakter Atticus
ise tecavüzle suçlanan Tom Robinson’un avukatlığını üstlenmiştir. Filmin ana
karakteri Atticus gibi görünse de biz tüm hikâyeyi Scout’un gözüyle görmekte
onun anımsayıp yorumladıklarıyla dinlemekteyiz. Bir
çocuğun gözünden baktığınızda ise tarafsızlığını henüz yitirmemiş bir bakış
açısıyla olayların aktarımını görürsünüz.
Atticus, Scout’un okuldaki
ilk gününden sonra moralinin bozuk olması üzerine onunla verandada konuşur. Ona
hukukta uzlaşma kuralını anlatır. Bir yetişkinle konuşur gibi sakince ve
tutarlı. Scout ve Jim babalarının derin sevgi ve saygısını kazanmış iki
kardeştir. Seyirci, filmde bir babanın çocuklarıyla nasıl ilişki kurmalı
sorusunun cevabını da bulmaktadır. Scout, filmin son sahnesinde de babasının
kendi hayatını, davranışlarını nasıl şekillendirdiğini Boo ile ilişkisi
üzerinden anlatmakta ve o müthiş empati cümlesini kurmaktadır “Bir insanı
anlamak istiyorsan onun yürüdüğü yoldan yürümeli ve onun ayakkabılarını
giymelisin.”
Atticus toplumun ön
yargılarına aldırış etmeksizin siyahilere günümüz dünyasında bile ancak
görebildiğimiz saygıyı gösterir. Onların haklarını savunur. Hatta Atticus
davasını yalnızca bir avukat olarak mahkemede değil, gerektiği yerde
mahkemesini beklerken sanığın nezarethanesinin kapısında bekçilik yaparak da
korur. Tüm kasabayı karşısına aldığı zamanlarda dahi duruşunu asla bozmaz. Bir
hukukçu olarak sadece delillerin işaret ettiklerini söyler.
Atticus haklı olduğuna sonuna kadar
inanmaktadır. Ve bu haklılığını kutsallığını savunduğu resmi mahkeme ile elde
etmek ister. Kestirme yolları seçmez, kanun boşlukları ile ilgilenmez, illegal
yolları tercih etmez. O, en doğru yoldan giderek hakkını alacağına emindir. Bu
durumu da mahkemede sarf ettiği şu sözlerle ifade eder “Mahkemelerimiz büyük
eşitleyici kurumlardır. Mahkemelerimizde bütün-tüm insanlar eşit sayılır. Ben
mahkemelerimizin ve jüri sistemimizin dürüstlüğüne inandığım için bir idealist
değilim. Bu benim için bir ideal değil, yaşayan ve işleyen bir gerçektir…”
Sistemin kendisini haklı görmesini bir ideal
olarak değil de “Başka ne olabilir ki?” diyebilecek kadar olağan bir
duruşla bekleyen Atticus, iyi işleyen çarkların tüm toplumun ihtiyacı olduğuna
dikkat çeker. Ve tabii kendisinin niye bir siyahiyi savunduğunu masum bir
şekilde soran küçük kızına bunun insan olmanın gereği olduğunu şu sözlerle
ifade eder “Bunun birkaç nedeni var. Ama başlıcası şu: Onu savunmasaydım
kasabada başım dik gezemezdim… Sana ve Jem’e bile bir şeyi bir daha yapmamanızı
söyleyemezdim.”
Mahkemeden sonra Atticus dışında herkes
salondan çıktığında siyahi izleyiciler oradadır. Atticus’un çıkmasını
beklerler. Ve çıkarken de büyükleri gibi saygı göstererek genci yaşlısı hepsi
ayağa kalkar. Mahkemeyi siyahilerin olduğu yerden izleyen Atticus’un
çocuklarına içlerinden birisi:
“Bayan Scout, ayağa kalkın lütfen… Babanız
geçiyor” der. Ve bu kesinlikle filmin en vurucu sahnesidir. Zira saygı
doğuştan elde edilmez. Saygı kazanılan bir olgudur.
Filmin geçtiği yerleşkedeki insanlar genel
anlamda ön yargılı olmakla birlikte Atticus’a saygı gösterirler. Zira Atticus
zor zamanlarında insanlara yardım eden iyi bir insandır ve bu da toplum
tarafından takdir görür. Nezarethane önünde toplanan kalabalığın biraz da
Scout’un orada olmasının yardımıyla siyahiyi linç etmekten vazgeçip geri
dönmesi bundandır. Yine de filmin ilerleyen aşamalarında dava sonuçlandıktan sonra
dahi Atticius davacı tarafın hışmına uğrar. Ancak başta şerif olmak üzere
neredeyse hiç kimse bu hareketlere destek vermez. Bu, doğrusunun bu olmasına
rağmen siyahi bir insanı savunmak için Atticus’un gösterdiği cesareti göstermeyen
kişilerin vicdanını rahatlatma yolu olmuştur. Kitlelerin iyi olabilmesi için
biraz da cesaret göstermesi gerekmektedir. Amerikan iç savaşının üzerinden
yıllar geçmesine rağmen hala siyahilerin beyazların menfi ötekisi olma durumu
değişmemiştir. Zira herkesin Tanrı’nın önünde eşit olduğunu söyleyen mahkeme
salonunda dahi siyahiler ile beyazlar aynı yerde oturmaz. Bu apaçık bir
çelişkidir.
“O𝑛𝑢𝑛 𝑖𝑐̧𝑖𝑛𝑑𝑖𝑟 𝑘𝑖 𝑓𝑎𝑧𝑙𝑎 𝑦𝚤𝑝𝑟𝑎𝑡𝑚𝑎𝑦𝚤𝑛 𝑘𝑒𝑛𝑑𝑖𝑛𝑖𝑧𝑖. İ𝑛𝑠𝑎𝑛𝑙𝑎𝑟 𝑔𝑒𝑛𝑒𝑙𝑑𝑒 𝑛𝑒𝑦𝑖 𝑔𝑜̈𝑟𝑚𝑒𝑘 𝑖𝑠𝑡𝑖𝑦𝑜𝑟𝑙𝑎𝑟𝑠𝑎 𝑜𝑛𝑢 𝑔𝑜̈𝑟𝑢̈𝑟, 𝑛𝑒𝑦𝑖 𝑑𝑢𝑦𝑚𝑎𝑘 𝑖𝑠𝑡𝑖𝑦𝑜𝑟𝑙𝑎𝑟𝑠𝑎 𝑜𝑛𝑢 𝑑𝑢𝑦𝑎𝑟𝑙𝑎𝑟.”
Film 1963 yılında Avukat Atticus’u canlandıran
Gregory Peck’in kazandığı en iyi erkek oyuncu Oscar’ı, En İyi Uyarlama Oscar’ı
ve En İyi Sanat Yönetimi Oscar’ı da dâhil olmak üzere uluslararası alanda 11
saygın ödül kazanmıştır. Filmin yönetmeni Robert Mulligan daha sonraları 1971
ve 1972 yıllarında “Summer of ’42” ve “The Other” gibi başarılı
yapımlara imza atmış olsa da hiçbir zaman “To Kill a Mockinbird (Bülbülü
Öldürmek)” kadar ses getiren bir yapımda bulunamamıştır.