Nadide Utku Nadide Utku

Spotlar

 “Ulen, arkadaş” dedi İsmail. Onun bu kaba saba hallerini, pat diyelerini pek severdi oda sakini. Halının desensizliğine, tek renkliliğine takılı bakışları hızla İsmail’e yöneldi ve gülümsedi. Kafasında dolanıp duran, yazmaya bin heveslendiği makalesi kenara çekilivermişti, İsmail’di yerini alan. 

“Ulen arkadaş” diye yineledi İsmail. “Benim eve girerken asansörden inip de uzun bir koridorda yürüyorsun ya. Yahu insana kralmış duygusu yaşatıyor arkadaş. Ben yürüdükçe lambalar yanıyor, hasta oluyorum buna. Sanırsın İsmail’e hoş geldin töreni hazırlanmış. Önümdeki yanıyor, arkamdaki sönüyor. Geçtim ya, sönsün elbet. Eve bir kral edasıyla giriyorum desem yeridir.”

Oda sakininin gülümsemesi kahkahaya dönüştü. “Gülme yahu!” dedi İsmail. “Ya da gül yahu. Gülmek gibisi var mı? Kral İsmail’den izin sana. Gül…”

İsmail, memleketten çocukluk arkadaşıydı oda sakininin. Dünyaları kopmuştu da onlar kopmamıştı. Oda sakini üniversiteye, kitaplara dalmışken; Thales’ten başlayan bir yolculukla felsefe derdindeyken İsmail ekmek derdinde kalmıştı; inşaatlara yerleşen bedeni yemek, çay molası beklentisinde, zihni bu keyfin hevesindeydi.  Bir de koridor kralıydı işte…

Bunaldığı kimi zamanlarda İsmail’in yanında alırdı soluğu, dinginleşirdi. İsmail’in yaşama böyle sevinçle yerleşmesini, küçücük şeylerden büyük mutluluklar çıkarmasını izlerdi. Herakleitos’un hüznü bu eve sığmaz, Atina Okulu da bu duvarlara asılmazdı da, İsmail’in memleketten getirdiği kilim desenli heybe haşmetli bir tablo gibi dururdu.  

O heybeye ne zaman baksa çocukluğuna dönerdi oda sakini. Yaylalar düşerdi düşüne, keder de gülüşüne… Anası gelirdi aklına, tandırda pişen ekmeğin kokusu burnunda. Tereyağı ve çökelek karışımı bir lezzet ekmeğin üstünde, tadı çocukluğunda... İsmail sayesinde çocuk olabiliyordu, heybe taşımıştı koca şehre çocuklularını.

Şehir beton, insanlar betonlaşmış. İçi sıkıldı oda sakininin betonu düşününce. Narsisizm üzerine yazmak istediği bir makale vardı; oysa nergis ne güzel bir çiçekti, köylerinde ne çoktu…  Keşke narsisizmin adı başka bir şey olaydı, köyündeki nergis de nergis olarak kalaydı.

“Çay” dedi İsmail. Bilirdi oda sakinin çayı sevdiğini. “Güzel olur” Küçücük bir evde yaşıyordu İsmail, hiç evlenmemişti. “Bu eve ben sığamıyorum, kadını çocuğu nereye yatırayım?” derdi niye evlenmiyorsun diyenlere. Bir oda, salon, açık mutfak… Heybe dışında süs sayılabilecek tek eşyası yoktu İsmail’in. Salonda bir koltuk, Nuh’un tufanından kalmış bir televizyon, dört kişilik bir yemek masası, hiçbir zaman dört kişiyi ağırlamayan… Mutfaksa adı mutfak… “Diyojen pek sever bu evi” diye düşündü oda sakini.

İsmail mutluydu, oda sakininden daha mutluydu. Neden İsmail daha mutluydu? Narsistler de mutlu görünüyordu; bin plan, bin çelişki, onlarca manipülasyon yumağı narsistler sadece mutlu görünüyorlardı. Bir narsist yatağa girdiğinde ne düşünürdü acaba? Narsisizm bir ruh rahatsızlığıydı elbette, ama asıl ızdırabı çevrelerindekiler yaşatıyorlardı. İsmail mutluydu, köyünün nergisi gibi kendi halindeydi. Elinde olsa narsisizmin adını değiştirirdi oda sakini, nergisten uzak bir ad olurdu kesin…

“Çayın arkadaş,” dedi İsmail. “şekersiz hem de.” Demsiz bir ömür sürenlerin makalesini yazma kurgularıyla dolu zihni oda sakinini öyle meşgul ediyordu ki mekanı unutuyordu bazen. İsmail’in evindeydi, çay da tam demindeydi. İsmail’in uzattığı çaya baktı, uzandı eli, çayı aldı. “Nerelere gittin yine felezof?” dedi İsmail. “Ya şu senin okulun adını da aklım almıyor. Neydi?”  “Felsefe” diye yanıtladı oda sakini. “Bilgi sevgisi” dedi içinden. “felezof” deyişi ne de sevimliydi İsmail’in. 

İsmail neden daha mutluydu? Narsistler tedavi edilebilir miydi? Bunu araştırmalıydı. Bilgi insanı mutsuzlaştırır mıydı? “Çay molası” dedi içinden oda sakini, heybenin nakışları ne de güzeldi… Gece yarısına kadar köyden, eskilerden konuşup durdular. İnşaattaki şeften dert yandı bir ara İsmail, yemek molasını bir saatten kırk dakikaya düşürmüş. Yoldan geçen bir arabadan gelen bangır bangır müzik sesini duyunca oturduğu yerde oynamaya başladı, şef zihninden gidivermişti. Gözünden uyku akıyordu İsmail’in, belli ki bedeni çok yorgundu. Ne güzel uyur şimdi diye düşündü oda sakini, kendisiyse birçok şeyi düşünmekten, sayfalarca kitap okumaktan, yazmaktan birçok gece sabahlardı.

İsmail’in evinden çıkıp asansöre bindiğinde tam kapı kapanırken koridor geldi aklına. Upuzun koridoru yürürken yanıp sönen ışıklar dikkatini bile çekmemişti. İsmail neden mutluydu? İşçi, kral İsmail… Narsistleri bu hale getiren insanlar da ruh hastası mıydı? Asansörün kapısı açıldı, gece uzundu… 

devamını oku