serhat köklü serhat köklü

Böceğin Ölümü

Karınca sürüsünün sıska bir hamam böceğini yerken çıkardığı çıtırtının sessizliğinde bekliyorum. Sessizce ama çok acı verici! Böceğin her yeri kanayarak umutsuzca etrafına bakınıp binlerce katilini, koparılan her parçasında teşhis etmesinin uyuşuk durgunluğunda bekliyorum.

Beklemek güzeldir bazen, ama şimdi değil. Böceğin acıları birazdan sona erecek, umursamaz karıncalar işleri bitince, tüm suç delillerini geriye hiçbir parça kalmayıncaya kadar yok ettikten sonra böceğe dair herhangi bir hatıra, iz kalmayacak mı?

Bilemem, anılar bizimdir ve onları hiç kimse elimizden alamaz diye düşünürdüm bir zamanlar… Şimdi bundan tam emin değilim. Bazıları anılarımızı elimizden alabilir belki. Böcek, son vakitlerini geçirirken sevdiği bir şeyi düşündü mü acaba? 

Yediği bir artığın hazzını, dokunduğu bir zeminin hissiyatını, dokungaçlarının kıvrımlarını titreten iştah açıcı lokmalık bir diğer küçük yaratığı, bir katreliğine de olsa geçirdiği oldu mu zihninde? Ya da yaşamı boyunca hep yalnız mıydı bir duvar deliğinde, bir sıva çatlağında, bir parke tortusunda tekinsiz, mahcup yürüyüşler yapan, voltalarını rutubet kokulu ahşap loş hollerde insanların kendisinden ürkmesine ve tiksinmesine adamış bir yenik miydi kendisi?

Yenik olmak, sanılanın aksine rahatlatır aslında; umut denen zırvanın olmaması da öyle… Beklentilere dair her ne varsa yolda giderken bir bir düştüğünde çektiğin acı daha fazla olmuyor aslında… Yapamıyorum mu yoksa yapmıyorum mu demek daha az acı veriyor; bir şeye hayatta yeterli olmakla bilerek bazı yenilgileri tatmak çok mu farklı oysa! 

Böcek, böcek olduğu için mi böyle üzgün yoksa başka bir yerde, başka bir zamanda ve başka bir varlık olarak yaratılmadığı için mi müteessir, bunu bilemem. Bilebildiklerimizin sınırlılığı bize sınırsız bir çaresizlik zehri sunuyor.

Varoluşumuzun tarifsiz acısını an be an yaşarken isteyip de yapamadıklarımızla, yaptığımız halde istemediklerimizin izdüşümüyle kuşatılmış dev duvarlarla örülü, aynaları hiçliği gösteren hücrelerdeyiz

Bir kör tünel kazarak kaçışmayı başarsak bile her bir derinden kazış, yine başladığımız yere döndürecek bizi. Çünkü böceğin acısı gerçekte ölüyor olması değil böcek olmasaydı belki de… Bunu bilebilir miyiz, böcek dahil asla! Ama böcek bildi sanki, yani böcek olduğunu, var oluşunun ‘’anlam’’ını /sızlığını.

Ve böcek, böcekliğinden huzursuzdu belki de. Çünkü bilirim, birinin kendinden vazgeçmesi zordur…

Sanılanın aksine kendi varoluşunu gerçekleştirmek için birinin kendinden vazgeçmesi mi gerekir? Kendini gerçekleştirmek ve hayatı anlamlandırmak için evvela kendine has bir ‘’anlamsızlık’’ a mı sürüklenmek gerekir? Böcek için zor muydu anlamak, hiçbir şey anlamadığını ve anlayamayacağını, hayata dair her ne varsa!.. 

Böcek, yeryüzündeki son bakışlarını katillerinin üstüne dikmişken bir maktul olarak karıncalara kızgın mıydı yoksa onlara acıyor muydu katillerinin günahkarlığından ötürü…

Varoluşumuzun evrendeki herhangi bir varlık için kıymetini ne kadar önemsiyoruz? Aynı şekilde önemsiz görünen ama çok önemli birçok şey var olabilir mi acaba? 

Hayat, bize sunulmuş bir armağan mı yoksa sürpriz oyuncağı bozuk çıkan kötü bir ergen şakası mı?

Böceğin tercihi ölmemek mi olurdu yoksa binlerce karıncanın onu yerken gözlerini kaçırmaması mı?

Belki ölürken bile varoluşuna bir saygı bekledi karıncalardan; önemsenmek, bilinmek istedi.

Çünkü ‘’böcek’’, yenirken bile hiç gözlerini kaçırmadı… 


devamını oku