mavi yakut

Holborn’dan geçip, Endell Caddesi’nin aşağısındaki kenar mahalleler üzerinden Covent Garden’e ulaştık. En büyük dükkânlardan birinin üzerinde Breckinridge adı yazılıydı. Buranın sahibi kocaman suratlı, keskin ifadeli ve düzenli faulleri olan bir adamdı ve bir çocuğa kepenkleri indirmesinde yardım ediyordu.

“İyi akşamlar. Çok soğuk bir gece,” dedi Holmes. Satıcı, arkadaşıma bir şey sormak ister gibi bakıyordu.

“Bakıyorum da bütün hindiler satılmış,” diye devam etti Holmes boş tezgâhları işaret ederek.

“Yarın sabah beş yüz tane alabilirsin.”

“Bu işe yaramaz.”

“Güzel, öyleyse şu ilerideki dükkândan alabilirsin.”

“Ama bana sizi önerdiler.”

“Kim?”

“Alpha’nın sahibi.”

“Hım, evet, ona iki düzine gönderdim.”

“Onlar da mükemmel hindilerdi. Onları nereden almıştınız?”

Bu soru ilginç bir şekilde adamın yüzünde bir kızgınlık ifadesi oluşmasına neden oldu.

“Evet, bayım,” dedi başını bize çevirip ellerini beline koyarak, “neyin peşindesiniz? Hemen açıklayın.”

“Zaten yeterince açık. Alpha’ya gönderdiğiniz hindileri size kimin sattığını öğrenmek istiyorum.”

“Güzel, size söylemeyeceğim. Buna ne dersiniz!”

“Bu hiç önemli değil, bu kadar basit bir soruya niçin bu kadar kızdığınızı anlayamıyorum.”

“Kızmak mı! Siz de benim gibi rahatsız edilseydiniz, siz de böyle kızardınız. Eğer bir mala çok para ödersem işim hemen biter ama şimdi ‘Hindiler nerede?’, ‘Hindileri kime sattın?’ ve ‘Bu satıştan ne kadar kazanacaksın?’ sorularıyla karşı karşıyayım. İnsanlar için onlar sadece birer hindi, bu kadar yaygaraya değecek şeyler değiller.”

“Benim araştırma yapan diğer insanlarla hiçbir ilgim yok,” dedi Holmes. “Eğer sorunun cevabını vermezseniz iddiayı kaybedeceğim, hepsi bu. Ve ben kümes hayvanları konusunda arkadaşıma karşı hep kaybettim. Şimdi, bugün yediğimin kırsal kesimde yetiştirildiği üzerine beş sterlin ortaya koydum.”

“Öyleyse beşliğini kaybettin çünkü o şehirden gelen bir hindiydi,” diye bağırdı adam.

“Şehirde yetişmişe benzemiyordu.”

“Ama öyle.”

“Size inanmıyorum.”

“Kümes hayvanlarını benden daha iyi tanıdığını mı sanıyorsun? Ben onlarla çocukluğumdan beri iç içeyim. Sana Alpha’ya giden bütün hindilerin şehirden geldiğini söylüyorum.”

“Beni buna asla inandıramazsın.”

“Bahse girer misin?”

“Haklı olduğumu bildiğim için bu yalnızca paranı almama neden olur. Ama sırf sana inatçı olmamayı öğretmek için bir İngiliz altınına bahse girerim.”

Adam kıs kıs güldü. “Bana defterleri getir Bill,” dedi.

Çocuk küçük ve ince bir defter getirdi, bir tanesi de asılı olan lâmbanın altında duruyordu.

“İşte Bay çokbilmiş,” dedi satıcı. “Hindilerin bittiğini düşünüyordum ama dükkânda bir tanesinin kaldığını göreceksin. Bu küçük defteri görüyor musun?”

“Evet.”

“Bu benim hindileri aldığım kişilerin listesi. Görüyor musun? Bak bu sayfada kırsal bölgeden alım yaptığım kişilerin isimleri var ve isimlerin yanlarındaki sayılar ana hesap defterindeki yerlerini gösteriyor. İşte burada! Kırmızı mürekkeple yazılmış şu diğer sayfayı görüyor musun? Bu da şehirde alım yaptığım kişilerin listesi. Üçüncü isme bak ve onu bana oku.”

“Bayan Oakshott, 117 Brixton Yolu 249,” dedi Holmes.

“Aynen öyle. Şimdi ana hesap sayfasına bir bakalım.”

Holmes söylenen sayfayı açtı. “İşte burada, Bayan Oakshott, 117 Brixton Yolu, yumurta ve kümes hayvanları satıcısı.”

“Peki, son giriş tarihi ne?”

“22 Aralık, yirmi dört hindi.”

“Alpha’dan Bay Windigate’e satıldı.”

“Buna ne diyeceksin?”

Sherlock Holmes çok üzülmüş bir şekilde baktı. Cebinden bir İngiliz altını çıkardı ve onu ne kadar üzüldüğünü kelimelerle anlatamayacak bir adam edasıyla setin üstüne bıraktı. Birkaç metre ileride bir elektrik direğinin altında durdu ve bir kahkaha attı, her zamanki gibi sessiz bir kahkahaydı bu.

“Böyle kesilmiş favorileri olan bir adamı her zaman bir bahisle alt edebilirsin,” dedi. “Emin ol onun önüne yüz pound koymuş olsaydım bile beni bahiste yendiğini düşünerek verdiği kadar kapsamlı bir bilgi vermezdi. Artık araştırmamızın sonuna yaklaşıyoruz Watson. Şu anda karar vermemiz gereken tek şey bu Bayan Oakshott’u görmeye bu gece mi gitmeliyiz yoksa bu işi yarına mı bırakmalıyız. Bu adamın anlattıklarına göre konuyla ilgilenen ve endişeli olan bizden başkaları da var ve ben.”

Holmes’un cümlesi yeni ayrıldığımız dükkândan gelen gürültüyle yarım kaldı. Arkamızı döndüğümüzde ortalığı aydınlatan lâmbanın sarı ışığının oluşturduğu dairenin tam 

 

ortasında duran hain ifadeli adamı gördük. Satıcı Breckinridge dükkânının kapısında adeta donmuş gibi duruyor ve işaret parmağını iki büklüm duran adama doğru sallıyordu.

“Senden de hindilerinden de bıktım,” diye bağırdı. “Canınız cehenneme! Eğer bir daha buraya gelip beni aptalca sözlerinizle rahatsız ederseniz, köpeği üzerinize salarım haberiniz olsun. Bayan Oakshott’u buraya getirirseniz ona cevap veririm ama onunla neyin peşinde olduğunuzu anlamıyorum. Sizin hindilerinizi mi satın aldım?”

“Hayır, sadece biri benimdi,” diye haykırdı ufak tefek yapılı adam.

“Öyleyse bunu Bayan Oakshott’a sorun.”

“Kendisi size sormamı söyledi.”

“Düşün yakamdan, bu kadarı yeter. Bunlara bir son verin.” Satıcı alelacele oradan uzaklaştı ve bir şeyler araştıran adam da karanlığın arasında gözden kayboldu.

“A ha! Bu bizim Brixton Yolu’na kadar bir seyahat yapmamıza neden olabilir,” diye fısıldadı Holmes. “Benimle gel, bu adamın neyin peşinde olduğunu birlikte öğrenelim.” Holmes dükkânların önünde oturan birçok insanın arasından geçip, çabucak adama yetişip omzuna dokundu. Adam telâş içinde arkasını döndüğünde gaz lâmbasının aydınlattığı yüzünün renkten renge girdiğini gördüm.

“Siz de kimsiniz? Benden ne istiyorsunuz?” diye sordu titrek bir sesle.

“Beni bağışlayın,” dedi Holmes kibarca, ama az önce satıcıya sorduğunuz sorulara istemeyerek kulak misafiri oldum. Sanırım size yardım edebilirim.”

“Siz mi? Siz kimsiniz? Nasıl konuyla ilgili bir şeyler biliyor olabilirsiniz?”

“Adım Sherlock Holmes. Diğer insanların bilmediği şeyleri bilmek benim işim.”

“Ama bu konuyla ilgili herhangi bir şey bilmenize imkân yok.”

“Üzgünüm ama her şeyi biliyorum. Siz Brixton Yolu’ndaki Bayan Oakshott’un Breckinridge adındaki satıcıya sattığı ve oradan kulübün üyelerinden biri olan Bay Henry Baker vasıtasıyla Alpha’dan Bay Windigate’e ulaşan birkaç hindinin izini bulmaya çalışıyorsunuz.”

“Ah bayım, siz bulmaya çalıştığım insanın ta kendisisiniz,” diye bağırdı parmakları titreyen adam ellerini uzatarak. “Bu konunun benim için ne kadar önemli olduğunu anlatabilmem çok zor.”

Sherlock Holmes oradan geçmekte olan bir faytonu durdurdu. “Bu konuyu böyle soğuk ve rüzgârlı sokak ortasında konuşmaktansa sıcak bir odada tartışmayı tercih ederim,” dedi. “Ama lütfen daha fazla ilerlemeden önce kime yardım etmek şerefine nail olduğumu söyler misiniz?”

Adam bir an için durakladı. “Adım John Robinson,” diye cevap verdi yan yan bakarak.

“Hayır, hayır; gerçek adınızı öğrenmek istiyorum,” dedi Holmes tatlılıkla. “Sahte isimle iş yapmak her zaman sakıncalıdır.”

“Peki, öyleyse,” dedi adam, “gerçek adım James Ryder.”

“Kesinlikle öyle. Cosmopolitan Otel’in yetkilisi. Lütfen arabaya binin, birazdan size bilmek istediğiniz her şeyi anlatacağım.”

Ufak tefek yapılı adam beklenmedik bir şansın kenarında mı, yoksa bir felaketin tam eşiğinde mi olduğunu bilmeden yarı korkmuş, yarı umut dolu gözlerle bir bana bir arkadaşıma bakıyordu. Sonra arabaya bindi, yarım saat içinde Baker Caddesi’ndeki oturma odasındaydık. Yol boyunca tek kelime edilmedi ama bu yeni arkadaşımızın zayıf ve derin nefes alıp verişi ve ellerini sürekli birleştirip açması iç dünyasında yaşadığı stresi çok iyi anlatıyordu.

“İşte geldik!” dedi Holmes neşe içinde odaya girerken. “Şömine bu havada çok iyi geldi. Üşümüş görünüyorsunuz Bay Ryder. Lütfen şöyle oturun, terliklerimi giyip hemen geliyorum, sonra küçük meselenizi ele alabiliriz. Evet! Hindilerinizin başına neler geldiğini öğrenmek istiyor musunuz?”

“Evet efendim.”

“Ya da belki sadece o hindiye ne olduğunu öğrenmek istersiniz. Bence sizin ilgilendiğiniz hindilerden biri; beyaz, kuyruğunda siyah bir bölüm olan.”

Ryder heyecan içinde titredi. “Ah, bayım,” diye bağırdı. 

“Onun nereye gittiğini söyleyebilir misiniz?”

devamını oku